Ligler bitti, Avrupa Futbol Şampiyonası'nda da sıfır çektik, özel turnuva ve kamplar da henüz başlamadı. TFF’nin yürürlüğe koyduğu yabancı kuralından dolayı takımların transfer iştahı da azaldı hatta Ahmet Ağaoğlu, “İstanbul kampı sonuna kadar transfer defterini kapattık” dedi.

Anlaşılan aşçının istediği yemek için eldeki malzeme yeterli mi ona bakılacak. Haklı tabi sonuçta pandemi sürecinde gelirler yarı yarıya azaldı, giderler bir o kadar arttı.

Hal böyle olunca da bir spor yazarı olarak bana da fazla bir malzeme kalmadı. “3 dönüm bostan yan gel yat osman” misali Türk futbol adamlarının; yazarından, antrenörüne, futbolcusuna tümünün ölü taklidi yaptığı, tatilin tadını çıkarttığı bir dönem.. Birçok insanın hayallerini süsleyen bir durum olsa da benim gibi iş aşkı yüksek birisi için tam bir zül, tam bir eziyet.

Neyse Allah'tan burası Türkiye de yazacak her zaman bir şeyler bulabiliyoruz

Bu haftanın futbola dair en önemli meselesi Fenerbahçe başkanlık seçimiydi. Ali Koç tek aday olarak girse de Aziz Yıldırım'ın basın açıklaması ve konuşmacıların kürsüden yaptığı konuşmalar futbol kamuoyunu meşgul etti.

Bu konuşmaların neredeyse tamamı gerçeklerden uzak, akıl ve adaletten nasibini almamış, benim de kağıda dökerek anlamlandırmamı hak etmeyen lakırtılar. Yalnız bir şey var ki ona değinmeden geçemeyeceğim.

Fener yolu!

Ne var bunda, bize ne diyenler için önce nedir ona bakalım sonra biraz detaylandırayım.

Fener yolu dedikleri şey; 2011 yılına ait  gazete küpürleri ve sosyal medya haberleri ile bezenmiş bir koridor. Koridorun sonu da cebren ve hile ile gasp ettikleri 2010-11 sezonu şampiyonluk kupasını koymuşlar.

Ali Koç'un sportif başarısızlığını gizlemek, mali yıkımı perdelemek için icat ettiği gerçeklerden uzak, vicdanları kanatan bir proje.  Bana göre bir utanç yolu, günah yolu..

Sosyal medyada Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'un övünerek kamuoyuna projeyi duyurduğunu görünce çocukluğum canlandı gözümde, zaman geri sardı sanki..

Rahmetli anam adalet aşığı, adalet timsali bir kadındı. Kimsenin hakkına girmez el kadar çocukken ben bile bir haksızlık yapsam azarlar "sus ayıbınla otur" derdi. Ben de salonun köşesine siner kafamı ayaklarımın arasına gizler, suspus oturur, yaptığım hatanın vicdan muhasebesini yapardım. Belki de bundandır hayatımın merkezine hep adaleti koymam.

Eskiden böyleydi. Ayıp iş yapana sus ayıbınla otur denirdi, yüzün kızarırdı, mahcup olurdun.

Şimdi öyle mi ama insanlar hatalarıyla gurur duyar, ballandıra ballandıra anlatır olmuşlar. Daha ötesi birini kandırmak, birinin hakkına girmek marifetmiş olmuş..

Vah memleketimin haline, vah ki ne vah!