Üzerimde bir ağırlık var sanki, adını koyamadığım, anlamlandıramadığım.. Belki sisli, çiseli buhran kokan İstanbul sabahından, belki sosyal hayatın durma noktasına gelmesinden, belki de hayatımın merkezine koyduğum futbolun artık bana bile zevk vermemesinden.

Sisli havayı oldum olası sevmem. Neden bilir misiniz? Anlatayım. Bu sorunun cevabı çocukluğumda gizli. Başlıkta da yazdığım gibi biz son kayıp kuşağın temsilcileriyiz. Babaları sağ ama yetim çocuklardık biz. Öyle ya düştüğünde kaldırmıyorsa, sıyrılan dizini bantlamıyorsa, 2 metreyi bulan karda bata çıka okuldan dönerken kara lastik içerisinde artık hissetmediğin ayaklarını düşünmeyi dahi bıraktığın o anlarda yolun yarısına kadar gelip seni karşılamıyorsa, kafanı okşayıp ellerini nefesiyle ısıtmıyorsa nüfus dairesindeki iki satır yazıdan ibaret ise, gurbette ki bir babanın oğlu yetim değil de nedir? 

Baba dediğin yoku var eden, olmazı mümkün kılan değil midir? Ama dedim ya eğer Karadeniz’in yoklukları konulu bir filmin figüranı iseniz, bu filmin baba diye bir aktörü yok ne yazık ki!

Her şeye rağmen zor zamanlarda tutunduğumuz hayallerimiz vardı bizim. Böyle zamanlarda evimizin biraz yukarısından geçen araba yolunun hemen üzerinde yüksekçe bir yere oturur kıvrıla kıvrıla gelen yolun görebildiğim en uzak noktasına bakardım. O virajdan bir arabanın döneceğini, bize ayrılan yolun başında duracağını ve o arabadan babamın tüm heybetiyle çıkageleceğini hayal ederdim. Bakarsın eli boşta gelmemiştir. Belki elinde bir koli bisküvi yada bir kutu gofret, belki de ceketinin cebinde akide şekeri de vardır.

Ne güzel hayallerin varmış çocuk, hayallerine de pranga vuran yoktu ya, dikseydin gözlerini ufka, dalsaydın hayallere dediğinizi duyar gibiyim. Keşke ama hayallere pranga vuran yok tespitiniz doğru bir tespit değildi o yıllarda. O coğrafyada, o zaman diliminde hayalin bile bir yeri, bir zamanı vardı. Ne zaman ki duman gelir kapatır, artık yol görünmez olur işte o zaman hayallerine pranga vurulur. Gerçekleşmeyeceğini bile bile içini ısıtacak bir hayal pahasına tir tir titremeyi göze aldığın o nöbette artık işe yaramaz. Çünkü yol yoksa araba yok, araba yoksa o kıymetli yolcu yok, kıymetlim yoksa hayali de yok. Bu sebepledir dumanla, sisle aramızdaki husumet hiç bitmedi..

Neyse yeter sizi dertlerimle değerlendirdiğim şimdi geçeyim günün maçına da kafanızı biraz dağıtayım!!

Onbirler açıklandığında ilk gözüme çarpan geçen hafta hocanın yanında oturttuğu Flavio ve Baker'ı İlk onbirde görmek oldu. Görünen o ki cezalar ve kartlar orta sahayı şekillendiriyor. Edgar ile harikalar yaratan Vitor Hugo'nun Hosseini ile merak edilen ikili performansı yenilen golle birlikte yerini tedirginliğe bıraktı.

Golden sonra iyi kapanıp, çok iyi alan daraltan misafir ekip N'wakaeme - Ekuban - Bakasetas ve Djaniny dörtlüsünün üst düzey oyununa 20 dakika direnebildi. 25’innci dakika biterken Bakasetas -N'wakaeme işbirliği golü getirdi. Golden sonra birçok pozisyon yakalansa da başka gol olmadı ve 1-1 ilk yarı sona erdi.

İkinci yarıya iki zinde oyuncu değişikliği ile başlayan misafir ekip ilk yarı olduğu gibi ikinci yarıya da sürpriz bir gol bulur muyum umuduyla başladı. Sürpriz golü bulamasa da ilk yarının aksine geri çekilmedi ve oyunu çirkinleştirmedi. Trabzonspor'un istekli oyununa kale direkleri izin verse farka gidecek maç ne yazık ki beraberlikle sonuçlandı.

Kayserispor kanadında kaleci Doğan'ın devleştiği, Trabzonspor kanadında ise takımın golcüm yok diye bağırdığı bir müsabaka oldu diyebiliriz.