Pazartesi öğlen NTV de yayınlanan haber: Hastalar öleceklerini hissediyorlar ve birkaç gün sonra da ölüyorlar!!!
 
Evet, haber aynen böyle idi. Üstüne üstlük altyazı eşliğinde verildi haber.
 
Bir gün önce de Haber Türk’te Fatih Altaylı aşı savunmasını yaparken, aşı yaptırmak istemeyenler için “ gebersinler” dedi!
 
Sonrasında konuşmacıların maskelerle katıldığı bu tv proğramında, reklama girildiği sırada  maskelerini çıkartması da gözden kaçmadı elbette.
 
Bilim kurulunun yaptığı açıklamaları dinliyorsunuz... Onlarda da hep ölüm korkusu!
Hep kaygı... Hep endişe...
 
Ama bir yandan da Sayın Sağlık Bakanının “Mevsimsel gribin adı Covid “ açıklaması ve Sayın Cumhurbaşkanımızın “ Dünya genelinde 1.4 milyona yaklaşan can kaybının C19 virüsüne bağlamak  son derece yanlıştır.” Dediği açıklamaları var.
 
Kısacası; insanlara korku salmak üzere yapılan tv proğramlarına, dur diyecek bir babayiğit yok mu bu ülkede?
 
Hastalar öleceklerini hissediyorlar ve ölüyorlar diye bir haber nasıl yapılabilir?
 
Bir televizyon proğramcısı insanlara gebersinler, nasıl diyebilir? İnsanlar aşıyla değil, mecbur bırakılan ne idüğü belirsiz aşılara tepki vermekteler. Ve bu da onların en doğal hakkı!
 
Mesela, siz hiç Bilim Kurulunun “Arkadaşlar D vitamini alın, çinko alın, uykunuzu düzenli hale getirin, moralinizi yüksek tutun, yemenize, içmenize dikkat edin.” Dediğine tanık oldunuz mu? Ben olmadım da... Neden biz bunları, bilim kuruluyla ilgisi olmayan insanlardan duyuyoruz? Neden Küreselcilerin DSÖ’ne bu kadar biat?
 
Bir ton hastalık varken ve hepsi de uykuya geçmişken, neden sürekli Covidde dayalı ölümlerden bahsediliyor?
 
Neden bu kadar çok korku?
 
Toplumun psikolojisini ve bu psikolojinin yaratacağı etkileri neden kimse düşünüp sorgulamıyor?
Neden?
 
Hazır korkudan bahsetmişken, Stalin’e ait okuduğum bir anekdotu paylaşayım...
 
Stalin bir gün Komünist Parti ileri gelenleri ile içki masasındadır. Peş peşe içilen votka ile kafalar iyice dumanlanır. Stalin bir ara elindeki çatalı önündeki votka şişesine vurur ve herkesi dikkatle kendisini dinlemeye davet eder.
 
Der ki;
“Bana şu sorunun yanıtını kim verecek? Halkın yönetime kayıtsız şartsız itaat etmesi ve liderin her dediğini onaylaması nasıl sağlanabilir?”
 
Tamamı çakırkeyif olmuş parti yöneticilerinin her biri kendince yanıtlar verirler. Kimisi disiplin ve sertlikten, kimisi adalet ve eşitlikten, kimisi sürgün ve hak mahrumiyetinden, kurşuna dizmenin caydırıcılığından, toplu katliamlardan söz ederler.
 
Ancak Stalin verilen yanıtların hiçbirini beğenmemiştir.
 
Masanın karşısında hazırında bekleyen Kızıl Ordu muhafızına emir verir.
“Çabuk bana bir tavuk getir.”
Emir derhal yerine getirilir ve tavuk Stalin’in eline verilir. Stalin adamların gözünün içine baka baka başlar tavuğun tüylerini feryadına aldırmadan canlı canlı yolmaya. Tüm tüylerini yolduğu tavuğu öylece odanın ortasına salıverir.
“Şimdi dikkatle izleyin tavuğu” der. “Bakalım nereye gidecek?”
Zavallı tavuk azaptan kaçıp kurtulmak için önce can havliyle dışarı kaçar. Soğuktan tir tir titrer. Masaların altına girer, duvar diplerine koşar, tüysüz vücudu kanatları yara bere içinde kalır. Isınmak için şömineye yaklaşır tüysüz derisi kavrulur.
En sonunda tavuk az önce tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına girerek ona sığınır. Stalin cebinden bir avuç yem çıkarır ve birer birer tavuğun önüne atar. Stalin’in elinden yemlenen tavuk artık o nereye yönelse ardından gider. Manzarayı hayretler içinde izleyen Komünist Parti Politbüro üyelerine dönen Stalin gevrek gevrek güler ve şöyle der;
“Gördünüz mü?”
“Halk dediğiniz topluluk tavuk gibidir. Tüylerini yolup al ve serbest bırak. O zaman onları bir avuç yemle yönetmek mümkün olur.”
 
Özellikle Küresel Güçlerin dünyayı esir almak için canla başla mücadele ettiği, toplumları, ülkeleri ve ülke ekonomilerini Covid denilen illetle savaşmak zorunda bıraktığı ve üstüne üstlük yayınlanan raporlarda “Kıtlık” söylentilerinin de ayyuka çıktığı bu günlerde, Stalin’in anekdotu  aklınızın bir köşesinde bulunsun derim.
Covid denilen lanetin bir an önce son bulması dileğimle...