Onu bir çoğumuz ne yazık ki tanımaz.
Yakın tarih nesil ise adını belki de hiç duymadı.
Hiç unutmuyorum Ocak ayında  İstiklal Marşı ile ilgili bir panele katılmıştım.
Yanlış anlaşılmasın diye ilin ve üniversitenin adını vermiyorum.
Tarih hocamız öğrencilerin hınca-hınç doldurduğu salonda Mehmet Akif Ersoy’un hayatı ile birlikte neden-nasıl  İstiklal Marşını yazmaya karar verdiği ile ilgili süreci çok güzel anlatıyordu.
Zevkle dinlemiştim kendisini.
Hocamız bir ara öğrencilere şu soruyu sordu?
 “Mehmet Akif Ersoy’un  tek katlı ahşap evine kapanıp İstiklal Marşını yazmaya karar verdiğinde yanında sadece bir kişiye evini açtı.
Sadece ona güvendi.
Sadece onunla arkadaş oldu?
Kim o isim bileniniz var mı ?”
Salondan çıt yok.
Doğrusu şok oldum.
Şaşırdım.
Üzüldüm.
Tek bir cevap dahi gelmedi!
Oysa o isim Süleyman Nazif’ti.
Süleyman Nazif İstiklal Marşının yazılmasında Mehmet Akif Ersoy’un en sadık dostu ve ilham aldığı kişiydi.
Arnavut Kökenli Türk Mehmet Akif Ersoy ile Diyarbakırlı Süleyman Nazif’in buluşması bugün gururla okuduğumuz İstiklal Marşının doğuşu demekti aynı zamanda.
Tarihe not düşülmüştü..
Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet döneminde yaşamış şair-yazar ve bürokrat Süleyman Nazif’in hayat hikayesi o kadar derin ki.
Hep bir mücadele..
Hep bir savaş..
Hayatını mutlaka okuyun.
Ben size kısa bir geçmiş sunayım..
1870 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelen Süleyman Nazif şair ve tarihçi bir baba ile aşiret lideri bir annenin evladı olarak büyüdü.
1892 yılında babasını kaybeden Süleyman Nazif Diyarbakır Valiliğinde Meclis-i Vilayet katipliği yaptı.
O tarihte Diyarbakır Vilayet Salnamesi hazırlayan Nazif bir yandan da Diyarbakır gazetesinde başyazarlık yaptı.
İkinci Abdülhamit yönetimine karşı mücadele edebilmek için 1897 yılında Paris’e kaçtı.
1908’de ikinci meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’a döndü.
Yeni yönetim tarafından Basra (1909), Kastamonu(1910) ve Trabzon (1911) yıllarında valiliklerinde görevlendirilen  Süleyman Nazif  1913'te Musul 1914 yılında ise Bağdat Valiliği yaptı.
1915'te devlet memurluğundan ayrılıp tüm zamanını yazarlığa ayırdı.
Yazılarını 1917’'e “Batarya ile Ateş” adıyla bastırdı. Aynı yıl Türk askerinin Galiçya Cephesindeki kahramanlıklarını anlatan “Âsitân-ı Tarihte” yayınladı.
1918’de “Firâk-ı Irak” adlı ikinci şiir kitabını yayımladı. Kitapta “Kübalılar" adlı şiir dışında tüm nesir ve nazım yazılar, Irak’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılması üzerine kaleme alınmıştı
1918'de Cenap Şahabettin ile birlikte "Hadisât" gazetesini çıkardı.
 İstanbul’un işgalinden sonra Hadisat gazetesinde işgalcileri uyararak halkın böyle bir işgali kaldıramayacağını söyledi. 
İstanbul'un işgalini sert dille eleştirdiği “Kara Bir Gün” başlıklı yazısı Hadisat’ta yayınlandığında büyük yankı uyandırdı.
Yazısında İstanbul'a küstah bir Napolyon çalımıyla giren Fransız komutanını ayıplıyor, yeriyor;
 Paris'in de bir zamanlar Almanlar tarafından böyle işgal edildiğini hatırlatıyor, onları alkışlarla karşılayan azınlıkları da yerden yere vuruyordu. Bu hareketleri nedeniyle İngilizler tarafından Malta adasına sürüldü.
Malta sürgünü dönüşünde millî duygulara hitap eden yazılar yazmaya devam etti.
1927 yılı başında zatürreden öldü.
Cenazesini kaldıracak malvarlığı dahi bulunmuyordu.
Cenaze giderleri, Türk Hava Dergisi'ne yaptığı birçok yazı yardımlarının yüklediği manevî bir borçla Türk Tayyare Cemiyeti  tarafından karşılandı.
Cenaze, belediye cenaze arabasıyla Ayasofya Cami’ne getirildi.
Namazı orada kılındıktan sonra Edirnekapı dışında toprağa verildi. Kabri İstanbul Belediyesi’nce yaptırıldı.
Daha sonra vefat eden yakın dostu "vatan şâiri" Mehmet Âkif Ersoy hemen yanı başına defnedildi.
Hayatı mücadele ile geçen Süleyman Nazif Kürt-Türk kardeşliğinin de sembolüdür aynı zamanda.
Fakat ne yazık ki biz Süleyman Nazif’in ismini İstanbul(Yeniköy ve Nişantaşı)  ve Ankara’da eğlence mekanlarına ve barlara yakıştırdık.
Bazı yerlerde bu tarihi ayıptan dönüldü.
Ama hala bu şekilde adının verildiği eğlence mekanları var.
Olacak iş değil.
Lütfen bu konuda daha duyarlı olalım.
Tarihe damgasını vuran atalarımızı-şehitlerimizi bırakın eğlence yerlerini masum bile gözükse pastanelere  bile adlarını vermemeliyiz
Tarihimize ne olur sahip çıkalım.
Ne değerlerimiz var.
Sürgün edilen büyük eziyetler çeken vatan sevdalı yiğitler.
Öldüklerinde ceplerinde mendil bile yok.
Arkalarında bıraktıkları tek şey namuslu ve şerefli bir yaşam.
Herkese nasip olmuyor artık bu kavramlar.
Bu topraklar kırtasiyeden alınan keçeli-kırmızı kalemle çizilmedi.
Her karşında şehitlerimizin kanı var.
Bu vesile ile bir kez daha Mustafa Kemal Atatürk ve onun silah arkadaşlarını rahmetle-minnetle saygı ve özlemle yad ediyorum