Vatan sevgisini her şeyin önünde tutan Vecihi Hürkuş, sanat okulundan mezun olduktan sonra, henüz 16 yaşındayken eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey'le birlikte gönüllü olarak Balkan Savaşı'na katılmıştır. Edirne'ye giren grup içinde yer alan Hürkuş, Balkan Harbi sonunda Beykoz Serviburun'daki esir kampına kumandan olmuştur.

Çok hareketli bir çocuk olan ve küçük yaştan beri tayyarecilik hayalleri kuran Vecihi Hürkuş, yaşı nedeniyle ilk önce gittiği Tayyare Makinist Mektebi'nden Küçük Zabit (Gedikli/Astsubay) rütbesiyle mezun olmuş, I. Dünya Savaşı'nda Bağdat Cephesi'nde makinistlik yapmıştır. 2 Şubat 1916'da geçirdiği uçak kazasında yaralandığı için İstanbul'a dönmüştür. Tedavisinin ardından hayalinin peşinden koşan Hürkuş, Yeşilköy’deki Tayyare Mektebi’ne girmiştir. İlk uçuşunu 21 Mayıs 1916'da gerçekleştiren Hürkuş, 1917'nin sonbaharında Kafkas Cephesi'ne, 7. Tayyare Bölüğü'ne atanmıştır. Savaş esnasında bir Rus uçağını düşürerek "Kafkas Cephesi’nde uçak düşüren ilk tayyareci" unvanını almıştır.

Vecihi Hürkuş, 8 Ekim 1917'de bir hava savaşında yaralanmış, Ruslara esir olmadan evvel, uçağını düşmana teslim etmemek için yakmıştır. Hazar Denizi’nde bulunan Nargin Adası’ndaki esaretten Azerbaycanlıların yardımı ile yüzerek kurtulan Hürkuş, istihkâm teğmeni Salih Bey'le 2,5 ayda Süleymaniye üzerinden Musul’a geçmiştir.

Hürkuş, savaşın sonlarına doğru geldiği İstanbul'da Hava Müdafaa Bölüğü'ne tayin olmuş, İstanbul'daki hava savunmasına destekte bulunmuş, ardından İstanbul'un işgali sırasında Harem'den gizlice kalkan bir gemiyle evvela Mudanya’ya, oradan da Bursa ve Eskişehir üzerinden Konya’ya giderek Kurtuluş Savaşı mücadelesine bizzat destek vermiştir.

Vecihi Hürkuş, Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan adamdır. Yine o, İzmir/Seydiköy Hava Meydanı'nı işgal eden tayyarecidir. Bu yüzden TBMM'den üç defa takdirname almıştır. Yine kendisine kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası verilmiştir.

Vecihi Hürkuş, Kurtuluş Savaşı sırasında Akşehir'de Jandarma Komutanı Ratip Bey'in kızı Hadiye Hanım'la evlenmiş, bu evlilikten Gönül ve Sevim isimli iki kızı olmuştur. Sonraki senelerde, İstanbul'da iken sevdiği, ancak Kurtuluş Savaşı nedeniyle Anadolu'ya geçtiği için ailesi tarafından kendisine verilmeyen İhsan Hanım'la evlenmiş, bu evlilikten de Perran isimli bir kızı doğmuştur. 1950'de, daha önce boşandığı Hadiye Hanım'la yeniden evlenmiştir.

İlk yerli Türk uçağı olarak bilinen Vecihi K VI’yı Vecihi Hürkuş yapmıştır. Bunu yaparken, ganimet olarak Yunanlılardan ele geçen pek çok eski motordan da faydalanmıştır. Bu uçakla İzmir semalarındaki ilk ve tek uçuşunu 28 Ocak 1925'te gerçekleştiren Baştayyareci Vecihi Hürkuş, bunun trajikomik öyküsünü "İlk Türk tayyaresini nasıl yaptım ve nasıl taltif edildim?" adlı yazısında Resimli Ay dergisine şu sözlerle anlatmıştır:

" Projemi müfettişliğe verdim ve müsaade ettikleri takdirde bu proje dahilinde yeni sistem bir Türk tayyaresi yapabileceğimi bildirdim. Müfettişlik, projemi, eski bir tayyareci olan fen memuruna tetkik ettirdi. Fen memurluğu projeyi onayladı. Tayyarenin inşasına müsaade edildi. Hayatımda o gün kadar mesut olduğumu hatırlamıyorum. Büsbütün yeni sistem bir tayyare yapacak, memleketime yeni bir şey hediye edecektim. İstikbâlde tayyarenin oynayacağı mühim rolü herkesten iyi bildiğim için bu hediyenin ileride takdir edileceğine kani idim. İnşaata başlamak için icap eden malzemeyi verdiler, derhal faaliyete geçtim.

Gövdeyi yaptık, ayakları taktık. Kuyruğunu bitirmek üzereydim. Muvaffak olmak ümidiyle gece sevincimden uyku uyuyamıyor, gündüz yorulmak bilmez bir faaliyetle çalışıyordum. Artık 5-10 güne kadar tayyare bitecek, eserim tamam olacaktı. Bu sırada fen memuru istifa ediyordu. Bunun üzerine tayyarenin inşası ertelendi. O gün beynime bir kurşun sıksalardı bu kadar müteessir olmayacaktım. Bu kadar meşakkatle dayandıktan sonra, bu kadar ümide düştükten sonra birdenbire tamam olmak üzere olan eserimi topraklar üzerinde terk edip çekilmek bana çok acı geldi. Günlerce tayyaremin yanına gittim, eserimin yavaş yavaş ölüşüne şahit oldum. Ölüme mahkum hasta çocuğu yanında ağlayan bir baba vaziyetindeydim. Eserimi bitirmeme rağmen müsaade etmiyorlardı."