Nedendir bilmem, kışla yer değiştirdi sonbahar... Umduğumuz tadı, keyfi yaşatmadı bize bir türlü. Yağmurlu ve aşırı soğuk geçen günlerde zar zor renk değiştirebildi güz yaprakları. Farkındaysanız, eskisi denli nazlı ve gevrek halde savrulamadılar ağaç diplerine, sokaklara, tozlu yollara… ve de ayaklarımızın altına. “Gazel zamanı”, “pastırma yazı” dedikleri o mayhoş mevsim, kalakaldı aklımızın bir yerinde. Giderayak bir mevsimin olmazsa olmazı, yaşanması gereken bir ukde gibi. Aslında soğuk giden havalarla ilgili söylenmeye hiç hakkım olmadığını düşünüyorum bir yandan da. Ne zaman içimden soğukla ilgili bir sızı, şikayet yükselse, bu böyle. Evi, barkı olan, yeme içme, giyinme ve ısınma ihtiyacını  gideren kişilerin de şikayet etme hakkı olmamalı. Yaşam şartlarının çok yönlü zorladığı insanlar sahip o hakka. Büyük bir depremin, artçı sarsıntıların ve soğuğun yaşamlarını alt üst ettiği Vanlılar sahip... Empati kurmak için benzeri şeyleri bir ucundan da olsa yaşamak, tatmak şart. Soğuğu iliklerimde hissettikçe, o insanların ne tür zorluk ve imkansızlıklarla cebelleşmek zorunda kaldıklarını düşünmeden edemiyorum. Denetimsiz yapılmış çürük binaların altında karıncalar gibi eziliyor olmaları affedilmez bir durum. Bir anda her şeyini kaybedip, kış kıyamet günde çaresiz kalakalmaları… Düşününce, bazı tezatlıkları anlatmak, farkındalık oluşturmak için tiyatro sahnelerine gerek kalmadığını anlıyor insan. Yaşamın aktığı ya da durduğu her yer bir sahnedir nasılsa. Tesadüfen hayatta olduğumuz ülkemizde de herkes birbirinin seyircisi. Şu sıralar, içinde “Gitmek mi zor, kalmak mı” sessiz türküsünün yankılandığı Van örneğinde olduğu gibi. Biz onların dramatik hikayelerine tanık olduk. Yarın biz de bir duyarsızlığın, sorumsuzluğun kurbanı olabiliriz. İnsana gereken değerin verilmediği toplumlardaki durum bundan ibaret ne yazık ki!.. Bir doğa olayına ek olan sorumsuz ve duyarsız zihniyet, Van’daki insanların alışılagelmiş hayatlarına kritik bir nokta koymuş oldu. Ölen öldü, geride kalanlarsa naylon çadırlarda yaşamak zorundalar bir süre. Yazın insana hoş gözüken, özgürlük gibi iyi şeyleri çağrıştıran türden çadırlarda. Kıyısı, köşesi buz tutmuş, karlarla kaplı şimdikiler. Tüy gibi hafif kapıları açıldıkça, neler yansımıyor ki içlerinden! Bu kez can yakan bir oyunun içinde olduklarını fark eden, buna rağmen umut umut bakan çocuklar. Duyarlık ve yardım bekleyen kaygı dolu erişkinler. Yaşamın her şeye rağmen devam ettiğini anlatan sıradan işlerle meşgul halleri... Çadırlarının önüne dayanan her tür zorluğu, hatta ölümü uzaklaştırmak çabasına düşüyorlar bir de. En çok da geceleri... Her şeye rağmen yaşamak ağır bastığı için. Şu TV’ler… Yaptıkları abuk sabuk magazin programlarıyla bütün o yaşananları unutturma gayreti içine girmeseler!.. Oradaki günlük yaşamdan, insan hikayelerinden kesitler sunsalar bize sık sık. Sahi sunsalar!.. Öteden beri insanlara yaşatılan haksızlıklara topluca bir isyan mı başlatırız? Yoksa ki zorluk ve acı çekenlerle yeterince empati kurup, daha bir duyarlı hale mi geliriz? Bu ülkede hangisini, neden istemiyorlar sizce?
Editör: TE Bilisim