İçimiz dışımız korona oldu.
Dünyayı kasıp kavuruyor.
Tüm dünya evine haps olmuş.
Ne dışarı çıkabiliyoruz ne televizyon izlemek istiyoruz.
Sosyal medya ise bilgi kirliliğinden geçilmiyor.
Çoğumuzun psikolojisi bozuldu.
Panik atak olduk.
Aha ateşim yükseldi, aya boğazım ağırdı.
Yakalandım korkusu ve endişesini yaşıyoruz.
Toplumun psikolojisi bozuldu desek yerinde oldu.
Dünyanın diken üstünde durduğu bu süreçte toplumu yönlendiren kişiler olarak elbette halkı uyarmalı ve tedbirler konusunda duyarlı davranmalarını sağlamalıyız.
Elbette bunu yaparken de zaman zaman kendi kendimizi sorgulamaya ve belki de maneviyata daha hassas davranmamızı gerektiriyor.
Bir şekilde manevi yönden sorgulamamız gerekir belki de
Bugünkü yazımda kendi kendimizi sorgulayacak ve belki bu zamana kadar hep ihmal ettiğimiz maneviyatımızla yüzleşeceğiz.
Sahip olduğumuz birçok değerin farkında bile değiliz.
Hem madden hem manen
Dedim ya bugünkü yazıma buna dikkat çekmek istedim.
Beğeneceğinizi umduğumuz yaşanmış bir hikâye bu.
 
Kunduracı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu sanki deryaya dalmış gibi izliyordu.
Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi.
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Çocuk ibretle ayakkabılara bakıyordu. Bir müddet öyle durdu.
Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
– Küçükk! diye seslendi. Ayakkabı almayı mı düşündün? Bu seneki modeller bir harika!
Çocuk, ona dönerek:
– Gerçekten çok güzeller! diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
– Bence önemli değil! diye, atıldı adam. Bu dünyada öyle hikâyeler var ki, hem her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
– Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi dedi
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
– Anlayamadım! dedi. Neden öyle olsun ki amca?
– Çok basit! dedi, adam. Eğer vicdanımız, aklımız yoksa cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa problem değil. Zaten orada tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler.
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
– Baktığın ayakkabı, sana yakışır dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
– Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım! dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
– Ayakkabının diğer teki işe yaramaz! dedi. Onu kim alacak ki?
– Amma yaptın ha diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
– Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
– İkiye gidiyorum dedi çocuk. Üçe geçtim sayılır.
– Tamam, işte dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.
– Benim satış işlemim bitti dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
– Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
– Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya.
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
– Bana göre 20 lira yeterli dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
– Babam haklıymış dedi. ‘Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.
Ayakkabım yok diye üzülüyordum ancak ta ki ayakları olmayan bir çocuk görene kadar..
Balzac şöyle demişti
Ayakkabılarım olmadığı için üzülürdüm. Ta ki, sokakta ayakları olmayan adamı görene kadar.”
Zaman zaman istediğimiz ayakkabıyı alamayınca surat asarız annemize, babamıza ayakları olmayan akranlarımızı düşünmeden
Elimizde olan her şeye şükretmeliyiz. Neyimiz var neyimiz yok şükretmesini bilmeliyiz. Bizden çok daha kötü, bizden çok daha muhtaç olanların olduğunu düşünerek.