Filistin’den Mısır’a, Mısırdan Babil’e, Babil’den tekrar Mısır’a, daha sonra Almanya’ya, oradan İspanya’ya, daha sonra Osmanlı’ya, İsveç’e, tekrar Mısır’a göç eden (sürgün yaşayan) ve nihayetinde tekrar Filistin’e yerleşmeyi başaran Yahudiler, sürgün zamanlarında barış, kardeşlik, sevgi kelimelerini dillerinden düşürmemiş, güçlendikleri vakit ise bugün Filistin’de olduğu gibi silah, ateş, öldürme, zulüm ile beslenir olmuşlardır.

Nüfus bakımından sayıları az olmasına rağmen özgül ağırlıkları bakımından dünyanın en önde gelen milletleri arasında olan Yahudilerin Kutsal kitapları Kitabı Mukaddes’e bakış açılarının, onu yorumlama şekillerinin özgül ağırlıklarının artmasına etkisi var mıdır acaba?

Yahudiler hayatın anlamını çözmek için önce Tevrat’ı çözmenin gerektiğine inanmış, Tevrat’ı Talmudcuların tefsiri ile anlamaya çalışmışlardır. Tevrat’ı tefsir eden, yorumlayan grup olarak tezahür eden Talmudcular, Tevrat’a sonsuz bir anlam yükleme işine girişmiş, yorumlarda çoğulculuğu ön plana çıkararak anlamda çeşitliliği aramışlardır. Tevrat’ın bir cümlesi üzerine yapılmış bir yorum üzerine başka bir yorum yaparak sonsuza kadar gitmeyi amaçlamışlardır. Talmudcular, Tevrat’taki her ifadenin tek anlamı üzerine yoğunlaşmamış, okuyuculardan metnin yorumunu geliştirerek mananın zenginliğini, sonsuzluğunu yakalamasını istemişlerdir. Çünkü onlar Tanrı’nın kendisini Kitabı Mukaddes vasıtası ile ifade ettiğine, metnin Tanrının yansıması olduğuna, bu metne tek bir mana yüklemenin Tanrı’ya haksızlık olacağına inanmışlardır.

Yahudiler bu yolla Tanrı’yı donup kalmış bir varlık olmaktan çıkararak onu yaşayan bir imge hâline dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu durum Yahudiler için önemli bir belirleyici olmuş, okumak, yorumlamak, yorum üzerine yorum yapmak, onları hayat karşısında daha devingen yaparken, dinlerini ve dinin emrinin yazılı olduğu Kitabı Mukaddes’lerini de hayatın içine çekmeyi başarmışlardır. Talmudcular, okullarını kitapların yorumlandığı bir harman yeri olarak görmüş, metinlerin yorumlanması onların bir yaşam tarzını oluşturmuştur. Yahudiler Talmudcuların bu tavrından büyük bir kıvanç duymuş, onların bu tavırlarıyla Tevrat’ın diri kaldığını iddia etmişlerdir.

Yahudiler Tanrı’nın kendisini Tevrat’ta zuhur ettiğine inanmakta, Tevrat’ın içinde tekrarlanan üç yüz bin harfi ilahi varlıktan zuhur etmiş bir kıvılcım olarak görmektedirler. Bu nedenle bu metni okuyup yorumlamayı, tek tek her harfi alıp açarak içindeki ilahi kıvılcımı serbest bırakmayı amaçlamışlardır.

 Ouaknin, İnancın En Güzel Tarihi, adlı kitapta Yahudi olmanın bir tarzının okuyucu olmak olduğunu dile getirerek, Yahudi toplumunun tek tek bireylerin değil, okuma ve etüt grupları ağının üzerine kurulu olduğunu, bunların aynı zamanda bir dostluk grubu olduğunu, İbranicede dost, önce okumada dost demek olduğunu ifade etmiştir.

Yahudilerin kendi kitaplarına yaklaşımları bu kadar derinlemesine olurken biz Müslümanlar Kuranıkerim’den o kadar uzak durmaya devam etmekteyiz. Muallim Naci, Kuranıkerim için kitlelerden gizlenen, sadece ümmetin elitlerine indirilmiş bir kitap olarak tanımlamıştır.

Dünyada Kuranıkerim kadar fazla okunan, fakat Kuranıkerim kadar az anlaşılan başka ilahi (veya beşeri) kitap bulunmamaktadır. Halkımızda okuma ve anlama geleneğini kuramadığımız için insanımız okuduğu metni anlamamakta, Kuranıkerim’in manasındaki zenginliğine vakıf olmamaktadır.

Bizim din adamlarımız Kuranıkerim’iAraplara, Arapça bilenlere mahsus bir kitap olarak göstermeye çalıştılar. Çevirilerini yıllarca halktan sakladılar, lafzı mananın çok çok üzerine çıkardılar, anlamıyorsa Arapça öğrensin dediler (insanın aklıyla alay ederek) ümmetin geleceği ile oynadılar.

 Eğitimde,kitaplarda yazılı bilgilerin ölü, kitaptaki ölü bilgilerin okunması ile o bilgilerin insan zihninde faaliyete geçmesinden de diri bilgi olarak bahsedilmektedir. İnsanlar kitaptaki bilgiyi kendi zihinlerinde canlandırıyorsa, o ölü bilgiyi diriltmiş oluyorlar. Eğer bir insan bir metni anlamadan okuyorsa ölü yiyor demektir. Bu tarz okumanın ne o metne ne de o metni okuyana faydası olmaktadır. Öyle bir yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin geleneğinden gelen kişiler, bırak insanı diriltmeyi, okudukları bir bilgiyi kendi zihinlerinde diriltememektedirler.

Elbette haz almak için Kuranıkerim okunabilir, okunmalıdır. Fakat dünyanın gelmiş olduğu bu şartlarda her zaman haz almak, hazlanmak olmamaktadır.

İnsanımızın bu hâle gelmesinin en büyük sorumlusu da dini tekeline alan, Allah’ın namına onu koruduğunu sanan, her konuda ahkam kesen selefi düşünce kökenine sahip din adamları olmuştur.

Bazı hocalar, kendi sorularını anlayıp cevaplamayan öğrencileri dersten bırakırken, Kuranıkerim’i anlamadan da olsa okuyan kişilerin cennete gideceğini söylemektedirler.