“Tanrı varsa ve cehenneme mi yoksa cennete mi gidip gitmediğinizi görmek için bir sınavı olacaksa, hayatınızı sadece futbol maçlarını kazanmaya adamış olmak saçma görünebilir. Bazen tüm hayatını buna adamanın anlamsız gelebileceğini hissediyorum.” diyen The Guardin adına bir etkinliğe katılan  Arsenal’de 22 yıl görev yapıp bu süre zarfında 3 Premier Lig Şampiyonluğu, 7 FA Cup kazanan Dünyaca ünlü Fransız teknik adam Arsene Wenger..
Futbol yarım asırdan fazla hayatının ilk önceliği olmuş, önce taraftar sonra amatör ve profesyonel futbolcu, antrenör, yönetici, gazeteci, spor yazarı, TV'de futbol yorumcusu, program yapımcısı, TFF Temsilcisi olmak üzere yıllarını bu işin peşinde tüketmiş birisi olarak zaman zaman aklımdan geçenleri  seslendirmiş sanki Sn Wenger..

Takılmışız bir topun peşine gidiyoruz, rahmetli Aşık Veysel'in dediği gibi 'Gündüz gece'
Gözümüz başka hiç bir şeyi görmüyor..
Sevinçlerimiz abartılı üzüntülerimiz acıklı ve de başka her şeye ilgisiz..
Birileri futbol sayesinde hiç de hak etmedikleri payeleri alırken, başka alanlarda çok çok yetenekli insanlar değil sahnede olmak, seyirci bile olamıyorlar bu hayatta..
Çünkü kıymetlerini bilmiyoruz..
Yani futbolsuz 'Vasıfsız eleman' olacağının farkında bile olmayan birileri kerameti kendinde sanıp bu durumun kıymetini bilmiyorlar..

Aslında bizler de farkında değiliz çoğu şeyin..
Hatta hiçbir şeyin..
Yakın zamana kadar Trabzon'la kıyas bile edilemeyecek komşularımızın bile ardında kaldığımızı göremiyoruz..
Her geçen gün birisini kaybediyoruz Trabzon'un şehir hafızasına kaydedilmiş değerlerimizi umursamıyoruz...
Bir zamanlar 'Yeşille mavinin kucaklaştığı muhteşem belde' diye anılan şehrimiz beton yığınına dönmüş aldırmıyoruz..
Uzungöl gibi bir Dünya harikasını bile havuzlu siteye çevirmedik mi?
Lakin verilmeyen bir penaltıyı, kaçan bir golü günlerce dert ediniyoruz..
Oysa şimdi daha düne kadar evlerin bahçe duvarlarından sarkan hanımelilerle, güllerle, pencere kenarlarındaki Vita kutularındaki karanfillerle mis gibi kokan sokaklarımızın acıklı hallerini normal karşılıyoruz.
Çocukluğumuzda bir yandan köpeği kollayarak meyve aşırdığımız komşu bahçelerinin yerlerinde yükselen  ucubeleri yadırgamıyoruz..
Yatak odasında tırt, tuvalette bırt etmeye bile çekinir olduk.
Alttakiler, üstekiler duyar rezil oluruz!

Mahallelerimiz yok olmuş, mahalle kültürü kalmamış..
Artık hiç bir yerde mahalle maçları oynanmıyor, “Altın kolye” turnuvaları yapılmıyor..
Komşuluk çoktan gömülmüş, dostluğu tanıyan kalmamış. Gaz odası gibi apartmanlarda kimse kimseye selam verip almaz olmuş...
Hiç umurumuzda değil..
Denizimizi kaybetmişiz denizimizi..
Evlerimizin duvarlarına vuran dalgaları artık dürbünle görür olmuşuz..
Gençlerimizin yüzde doksanı yüzme bilmiyor,..
HES'lerin yuttuğu derelere de zaten kimse inmiyor..
Bir karış palamuta 15, on santim istavrite 25 lira verirken hayıflanıyoruz da, gençliğimizin en güzel günlerinin geçtiği, Ganita'nın 50 metrekarelik kumsalının betona gömülmesi bizi hiç ırgalamıyor..
Çünkü alıştık, artık hiçbir çirkinlik gözümüzü tırmalamıyor..
Sporu öldürmüşüz Trabzon'da sporu..
Basketbol bitmiş, voleybol kaybolmuş, hentbol yok olmuş..
Çünkü bunlar artık yük olmuş..
Atletizmi zaten tanıyan yok..

'Hadi Avni Aker'i yıktık tamam da rahmetlinin ismini niye yok ettik?' diyen var mı?
Trabzon futbolunun temellerinin atıldığı, köklerinin bulunduğu, amatör futbolun mabedi Yavuz Selim'e bile bir yer bulamadık bilmem kaç bin dönüm alanda..
Artık Kavakmeydan'dan geçerken kimse durmuyor, amatör takımlar da futbol oynatacak genç bulamıyor..
Bir Trabzonspor'un etrafında işi götürüyoruz ama onu da pek beceremiyoruz.
Biz gayret etsek de müsaade etmiyorlar..
Çünkü sana biçilen rol belli;
Hep 'Esas oğlanın arkadaşı olacaksın.."
Esas kıza talip oldun mu vay haline..
Tanklarıyla toplarıyla değil ama, federasyonuyla, hakemiyle, medyasıyla saldırıyorlar..
Ve biz çaresiz kalıyoruz ..
Tam Türkan Şoray'ı (Lig) alacakken, iyi yürekli ama çirkince arkadaşıyla (Kupa) yetinmek zorunda kalıyoruz..
Peki ne yapıyoruz?
"Ahmet niye oynadı, Mehmet niye oynamadı?' oyalanıyoruz..
Oysa birileri saha dışında öyle güzel oynuyor ki!..
"Mastika mastika'
"Hep bana, hep bana"
Üstelik artık VAR'da VAR..
Çimde olmasa ekranda, sahada olmazsa masada...
***
Zaten bazılarının aklında Barcelona ile Real Madrid'in şampiyonlukları paylaştığı, birkaç takımın da bunları zorladığı İspanya modeli var..
Fenerbahçe ile Galatasaray Real Madrid ile Barcelona, Beşiktaş Atletico Madrid, Trabzonspor, Sevilla..
İkisi sırayla alsınlar en büyük kupayı, sen de ziyaret et Haçkalı Baba'yı!..
Peki bu şehrin etkili ve yetkilileri ne yapıyor?
Onlar bekliyor..
-Neyi bekliyor?
"Fenerbahçe maçını kazansak da formalarımızı giyip bir fotoğraf çektirsek"
Oysa ne güzel söylemiş bir üstat “Gelmen artık neyi değiştirir? Ben yalnızlığın Sırat Köprüsü’nden tek başıma da geçerim..”
 
HİÇ BOŞUNA BEKLEME
 
Yusufeli Barajı’nı incelemek için Artvin’e gelen Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir semt pazarını gezerken Bordo-Mavili forma giyen biri Özdemir'e “Başkanım, Trabzonspor'un hakkı yıllardır yeniliyor, bu insanlara yazık. Hakemlere el atın, Allah da size el atsın” diyerek sitemle karışık istekte bulunmuş.
Özdemir ise ellerinden geleni yapacaklarını söylemiş..

İşin sırrı bu cevapta saklı zaten: Elimizden ancak bu kadarı geliyor, fazlasını bekleme!
 
DAHA NE DESİN!
 
Geçen sene öğrenme dönemim oldu. Türk hakemliğini anladım, yeni arkadaşlarımızla hem bireysel olarak konuşarak hem de etraftaki arkadaşlarla bilgilendirmeler yapıyoruz. Onlar da Türk hakemliğini, nasıl karar verdiklerini anlayacak. Arkadaşlarımızı bilgilendiriyoruz. (Eddie Newton)
 
 HER ŞEY ORTADA
 
Ali Koç çağırınca, yanına MHK Başkanı'nı da alıp Zorlu Center'e Fener Başkanı'nın ayağına koşturan Nihat Özdemir, Ali Koç'a gelince 'Köle' Ahmet Ağaoğlu olunca 'Hayalet' Ondan sonra niye lehine çalınan hep Fener aleyhine çalınan hep Trabzon oluyor, hâlâ soruyor musunuz? (Hıncal Uluç)

 Geçmiş zaman olur ki..
 
'PENCEREDEN KAÇIP MAÇA ÇIKTIM'
 
O zamanlar aileler pek bir geleceği olmayan ayrıca okumalarını engeller gerekçesiyle çocuklarının futbol oynamasına razı olmazdı. En azından bir sanat öğrenmelerini isterdi. Ben Trabzonspor’da oynarken bile babam başlarda futbol oynadığımı bilmezdi. Maçlardan önce kamp filan yapmazdık. “Şu saatte Avni Aker’e gelin” derlerdi. Hiç unutmam bir maç öncesi evden erken çıktım, babamın kahvesine gittim. “ Bugün maç var kahve çok kalabalık kal da bana yardım et” dedi. Oysa ben o maçta oynayacağım. Kahvenin arka penceresinden kaçarak maça gittim. Bu kaçışlar aldığım ilk transfer parası olan 1 milyon lirayı babama verene kadar devam etti. Babam parayı görünce önce şaşırıp “Bunları nereden çaldın?’ diye sordu, sonra işin aslını öğrenince “Oh be” deyip rahatladı ve paraları kasasına koyduktan sonra da “Tamam sen artık kahveye gelme, işine devam et” dedi. (Ali Yılmaz-Tabut Ali)