Hayat, üstümüze abanan çıngıraklı bir yılandır. Gölgesinde bin bir hayali barındıran yıllar, çıngıraklı yılanın desenleri gibi hoş görünse de, ister istemez ürkütür bizi. Renk çizgileri içerisinde mâziye dalar gider o şehlâ gözlerimiz. Tonlar koyulaştıkça hissiyat karamsar, açıldıkça da iyimser bir hâle bürünür. Bir su misali, menziline koşar adım gider zaman. Tepeler ırak görünür yaklaştıkça. Tam da bu demlerde azim ve kararlılık dizlere derman olur. Hayat yürekte başlar ve biter. Ötesi yüreğe düşen sayhalardan başkası değil.
 
Renk deyip geçmeyin sakın ola!… Hayatın şeklini renkler tayin eder kanımca. Yaşamın keskin çizgileridir onlar. Pembeden ibaret değildir hayat tuvalindeki hâkim renk… Siyahın matemi yer yer sarar ruhumuzu derinden. Kırmızılar dikkat edilmesi gereken hassas geçiş noktalarıdır insanlık için. Hâl lisanıyla "Her ân her şey olabilir" mesajını iletirler beynimizin hassas alıcılarına. Sarısı, moru, mavisi, beyazı da vardır ömrümüzün… Fakat hepsi gelip geçicidir. Şüphesiz ki hiçbir rengin saltanatı ilelebet değildir fâni hayatımızda.
 
Renkler de gün gelir çekilir hayat tuvalimizden… Buharlaşır pembenin o alımlı tonları. Rüzgârın ılık nefesi okşar aheste aheste büyüttüğümüz nazenin hayat ağacını. Gün gelir fırtınaya dönüşür rüzgârın şiddeti. Onca emekle bugünlere getirdiğimiz körpe fidanlar, kırılır orta yerinden hiç beklenmedik bir anda. Demek ki fırtına yemeyen fidan, hayata tutunma kudretine sahip değildir tam anlamıyla. Bu böyle biline. Hayatın rotası öylece çizile.
 
Bazen hayat, planlanan hayalleri yarıda bırakır. Film kesilir orta yerinden. Durum bundan ibaretken hayallerimizi ne kadar daha erteleyeceğiz bu köhne zaman ağacının koyulaşan gölgeleri altında? Yaralı düşlerimiz ne kadar daha direnecek yaşamın katran karası yalnızlığına? Ne zaman bitecek oradan oraya koşuşturmamız ve şaşkınlığımız? Kendimizi boy aynasında seyretmeye ve içimizdeki o ateşîn sesi duymaya vaktimiz kalacak mı?
 
Yarınları meçhul olan insan, niçin elindeki tek sermayesi olan ân'ı yaşamanın keyfini çıkarmaz ki? Gelecek günlerin telâşını bugünden duymak ne kadar gereksiz ve ağır bir yüktür oysa. Gün yaşanandır aslında. Dünle yarın arasında sıkışan hayatımız ne zaman gül misali açılacak? Yarınların ağırlığını çekmez oldu gönül terazimiz. Yirmili yaşlarda, yetmişli yaşların elemini çekmeye mahkûm olmamalı yüreğimiz. Kime göre yetmiş, kime göre altmış yaş?... Var mı bunun ortasını bulan? Bazılarına göre ömrün yarısı eden otuz beş yaş, kimilerinin nihaî demleri oluyorsa ne ifade eder hayatımızı parselleyen rakamlar?
 
Çok yaşamak bir nimet midir can taşıyanlar için? Ömür rakamlarla ifade edilebilir mi? Yaşamak nefes sayısınca  mıdır? Hayat rakamların neresindedir? Bir düşünün!...
 
Çok nefes alan, çok yaşayan mıdır acaba? Yaşamak nerede başlar, nerede biter biz fâniler için? Her şeyin tükenmeye namzet olduğu bu dünyada sayılar ömür için neyi ifade eder ki? Rakamlar teselli midir geleceğin dik kaldırımlarında? Sorular, kılçıklı sorular!...
 
Kendi yalanını içinde barındırır rakamlar. Oysa en çok da sayılardır bizi yanıltan. Öyleyse sayılara niçin bu kadar sığınır insan? Niçin zamanın nasıl değerlendirildiğine, içinin neyle doldurulduğuna odaklanmayız? Kimi on yılda yüz, kimi yüz yılda ancak on yıl yaşar.
 
Rakamlar hayat uçurumunda bir tutamak midir insan için? Aslında rakamlar büyüdükçe dünyadan uzaklaşıyor insan. Her boy atımı, toprağa bir adım yaklaşmaktan öte ne ifade eder ki?...Yukarı büyüdükçe hayata kuşbakışı baksak da, bu dünyayla olan bağlarımızı gevşetiyoruz aslında. Sarıp sarmalamıyor bizi hayat eski sıcaklığında. Eğreti tutuyor zaman.
 
Yaşanmamış günlere saklarız umutlarımızı. Gelir mi gelmez mi hesabını yapmayız bile. Bilmeyiz ömür defterimizde ne kadar beyaz sayfa kaldığını. İyi ki de bilmeyiz. Sona ramak kaldığını hisseden bir ruhun çırpınışlarını ve hayal kırıklıklarını düşünebiliyor musunuz? Geçen her bir dakika nasıl da bir kurşun misali düşer yüreğimizin orta yerine. Ötelere attığımız hayallerimizi yaşar mıyız, bil(e)mem. Ama bildiğim o ki, sadece ân'ı yaşamalı insan. Ötesi yok bugünün. Yarın diye bir şey yoktur aslında. Elde var bugün...