12 Eylül 1980 darbesi sonrası 1981’de kurulan Yüksek Öğretim Kurumu(YÖK) 38 yaşına girdi.
Demokrasi adına ihtilalinin  izlerini silerken YÖK’ün hala ayakta kalmasına doğrusu aklım almıyor
Kurucu başkan İhsan Doğramacı’dan Yekta Saraç’a kadar 7 kez başkan değişti.
Her gelen hükümet YÖK’ü kaldıracağız dedi.
Ama ne YÖK kalktı ne de kalkmasına yönelik bir adım atıldı.
Demokrasinin hakim kılınması özgürlüklerin artması üniversitelerin saygınlığını kazanması noktasında YÖK’ün kalkması önemliydi.
Bilim camiası da bu süreçte gereğini yapamadı.
Sadece eleştiri sadece konuşmakla sadece isyan ile bu işler olmuyor.
Gereken tepki beklenen duruş sergilenemedi.
Üniversitelerin bir ülkenin geleceği için ne kadar değerli olduğunu buradan  hatırlatacak değilim.
Geleceğimizi teslim edeceğimiz gençler ne kadar iyi eğitim alır, ne kadar kendilerine olan güvenleri artar ve ne kadar başarılı olursalar kazanan Türkiye olur.
Yoksa sadece onları değil hayata dair bir çok şeyimizi kaybederiz.
Üniversiteler bugün ne yazık ki ahbap-çavuş ilişkisine bürünmüş durumda.
Eş-akraba-dost atamaları ile üniversitelerin özerkliği tartışma konusu..
YÖK rektörlük seçimlerinde adayları değerlendirip 3 kişiyi Cumhurbaşkanına sunmakla görevli.
Adaylara yayın, atıf, idari görev  gibi soruları içeren bir form dolduruyor ilk beş dakika mülakat yapılıyor.
Bu formlara göre göre ilk 3 sıralamasında şu andaki rektörlerin hiçbiri orada olmazdı.
Aslında formlar sabit, değişmiyor yani YÖK olması gereken üst akademik makam görevini yerine getirmiyor.
Tam bir hukuksuzluk.
Olması gereken adaylar arasında YÖK akademik performans, idari  tecrübe, liyakat ve adalete göre 3 adayı sıraya konur ve sayın cumhurbaşkanına sunulur bundan sonra Cumhurbaşkanı kendi çevresiyle birlikte en uygun adayı belirler.
YÖK burada kendi iradesine değil siyasetin dayatmasına yenik düşüyor ne yazık ki.
 
Bilimsellikten uzak, bu anlamda hiç-bir unvan sahibi olmayan tek bir makalesi dahi bulunmayan kişilerin en üst düzeyde görev almasını nasıl izah edeceğiz.
Bilim insanı olmak emek ister-yürek ister-özveri ister.
Kendini yenilemeyen, kendi iradesini kullanamayan ve de bu noktada samimi-cesur adımlar atmayanlar nasıl olur söz sahibi olur.
Üniversitelerimizi teslim edeceğimiz yönetimlerin-akademisyenlerin liyakatlı-ahlaklı - vatansever olması gerekmez mi?
Onların tek derdi tek hedefi “bilim” olmalı..
Eğitim kurumlarımızı emin ellere teslim etmek zorundayız.
Güven-saygı-sevgi ve özgürlükçü ortamın olmadığı üniversitelerimizden istenen başarıyı beklemek hayal olur..
Bakın son 10 yılda üniversite sayımız 207’e çıkmış.
Akademisyen sayısı 176 bin olmuş.
Öğrenci sayımız ise 8.2 milyon olmuş.
Bu veriler önemli.
Her hecen yıl üzerine daha çok insan ekleniyor.
Ama biz ülke olarak hem üniversitelerdeki eğim kalitesini yükseltmek hem de bu üniversitelerden mezun olacak gençlerimize istihdam sağlamalıyız.
İş-aş-ekmek derdi “daha nasıl iyi eğitim alırım daha çok ülkeme nasıl faydalı olurum” anlayışının önüne geçmemeli.
Umarım ne demek istediğimi ifade edebiliyorumdur.
Her gelenin “kaldıracağız” dedi YÖK’ün hala aynı yerde kalması hala aynı işlevini koruması ve de hala demokrasi adına bir utanç vesikası  olmasını bu ülkenin bir evladı olarak kabullenemiyorum.
2014 yılında göreve gelen 21 Temmuz 2021’de görev süresi dolacak olan YÖK başkanı Yekta Saraç’ın “Üniversitelerimiz aykırı fikirlerin barınabildiği emin bir liman haline getirmek için YÖK kaldırılmasa da da bazı yetkilerden soyutlanması” sözleri  bile ciddi bir  öz-eleştiridir.
Saraç bile başkanı olduğu YÖK’ten memnun değil..
Daha ne yazayım nasıl anlatayım ki?