Bahar şüphesiz ki mevsimlerin en güzelidir. Tabiatın gelin gibi süslenmesidir bahar. Kışın kasvet verici havasından kurtulan ruhlarımız mart ayıyla beraber hayata ve umuda “Merhaba” demenin hazzını yaşarlar. Karlar su olup akmıştır derelerden. Çoktan denizlere karışmışlardır. Dağlarda açan çiçekler, dünyanın yeniden kurulup donandığının işaretidir. Bu durum her yıl hiç aksamadan devam eder. Bazen farkına bile varmayız bu değişimin.

Zemherilerin dondurucu soğukları, güneşin tatlı gülümsemesine bırakmıştır yerini. Cemreler düşmüştür sırasıyla havaya, suya ve toprağa. Tan vaktiyle beraber dünyamızı ısıtmaya başlayan güneş, bütün merhametiyle görünür gökyüzünde. İyileri de, kötüleri de hiçbir ayırım yapmadan aynı şefkatle ısıtır.  O güneş ki kol kanat gerer yaşlı dünyamıza.

Bahar, kışla birlikte adeta ruhu çekilen tabiata (heye)can verir. Çoktandır duymadığımız kuş sesleri etrafımızı sarıp sarmalar. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber bizleri bir anne şefkatiyle tatlı uykumuzdan uyandırır. En mükemmel musiki tınısı bile bu doğal armoniyle kıyaslanamaz. Yaşamanın bitimsiz hazzını hissedersiniz bu doğallığın içerisinde.

Canlılar toprak altından çıkıp  yeryüzüyle tanışmanın ve güneşle buluşmanın verdiği huzuru birbiriyle paylaşmaktadır. Artık kör karanlıklarda aç, susuz yaşamaya mahkûm değiller. Önlerinde uzun bir bahar ve onun kadar güzel bir yaz vardır. Her ne kadar sonbahar, kışın habercisi olsa da şimdi bunu düşünmenin zamanı değil. Anın keyfini çıkarmak en akıllıca olandır. Yarının kederiyle an'ı zehretmek ne büyük ahmaklıktır.

Kışın hüzün sarmalı, yerini baharın güzel yüzüne bırakmış bu demlerde. Baharla birlikte her şey kendini yeniliyor. Çünkü değişimin ve yenilenmenin adıdır bahar. Renk cümbüşü gözlere bayram ettiriyor bu mevsimde. Nereye baksan yemyeşil bir siluet beliriyor karşınızda. Gölgeler göğün mavisine ve arzın yeşiline yansıyor. Baharla birlikte neler değişmiyor ki?... Şaire Halide Nusret Zorlutuna’nın dediği gibi bahar insanı kendinden geçiriyor; sarhoş bakışlarıyla âşıklara göz kırpıyor. Kanımızı kaynatıyor fokur fokur: “Çekil bu gölgeli yolda gezinme.../ Bahar, bakışların gene pek sarhoş/Yanılıp gönlüme misafir inme:/Kapısı kilitli, mihrabı bomboş/Mabettir orası, meyhane değil!”

Hayata renk ve ahenk katan bahar, en çok da köylerde yaşanır doyasıya. Bahar gelmesine gelmiş de şehirlerimiz nasibini alamamış bu güzelliklerden. Nasıl alsın ki? Bahar demek yeşillik demek, ağaç demek, orman demek, kuş demek….O güzelim çiçeklerin, beton yığınlarında ne işi var? Nasıl gelsin şehre bahar? Onu davet edecek yüzümüz mü kaldı? Kuş sesleri yerine; seyyar satıcıların, pazarcıların, simitçilerin gürültüleriyle uyanıyoruz her sabah. Bahar gelip geçiyor da şehirde yaşayanlar farkına bile varamıyor. Bu ne bahtsızlıktır bilir misiniz? Dilerseniz bunu, hapishanede bahar yüzü görmeyen şair Ahmet Arif’ten dinleyelim: “Haberin var mı taş duvar/ Demir kapı, kör pencere,/Yastığım, ranzam, zincirim/Uğruna ölümlere gidip geldiğim,/Zulamdaki mahzun resim,/Haberin var mı?/Görüşmecim yeşil soğan göndermiş/Karanfil kokuyor cigaram/Dağlarına bahar gelmiş memleketimin”

Gerçi Ahmet Arif bu şiiri hapisteyken özgürlüğe duyduğu o derin hasretle yazmıştı. Şehrin ruhumuzu daraltan o sahte yüzüyle her gün karşılaşmak hapisten çok daha mı iyi hâldir? Bu da bir çeşit hapis hayatı değil mi? Baharla birlikte kırlara çıkıp dolaşmak bahtiyarlığını yaşayamadıktan sonra, mevsimin adının "bahar" olmasının ne önemi var? Kır çiçeklerini toplayıp buket buket sevgiliye sunmanın doyumsuz hazzını tatmak neye olsa değer. Elin yapma çiçekleri, içimizdeki sevgiyi muhatabına taşıyamaz ki…

Bahar, bitimsiz aşklara yelken açmanın diğer bir adıdır bizde. Bu da yeşille maviyi kucaklamakla, çiçeklerin diliyle, içimizdeki hasret yangınlarını maşuka sunmakla hissedilir, hissettirilir. Kaçımız bunu hakkıyla ve lâyıkıyla yaşayabiliyoruz? Bir düşünün…

Uzun ve ağır bir kışın ruhumuzda açtığı yaraları iyileştirmenin mevsimidir bahar. Ben ki baharla birlikte, ruhumun paslanan prangalarını çözmek emelindeyim. O  prangaların koca bir mevsim boyunca ruhumda açtığı derin yaraları, adete bir iksir tesirindeki bahar havasıyla sağaltmanın peşinde koşmak bile iyi geliyor bana. Bunun hayali, hakikati kadar tesirli.

Bahar köylerin bayramıdır.  Bir o kadar da şehirlerin kıyameti... Baharda; idrâkimi daraltan, bedenimin kaskatı kesilmesine yol açan sıkıntıları şehirde bırakıp köylerin doğallığına sığınmayı ne çok arzuluyorum. Ahh, bir bilseniz... İçime kasvet çöktüren bu kapalı şehir hapishanesinden kurtulup kendimi tabiatın kollarına atmayı ne kadar da istiyorum. Menekşelerle ve papatyalarla hiç susmadan söyleşmek ne güzel bir duygudur.

Şehrin kalabalıkları arasında yalnızlığı yaşamak bir kurşun gibi sıkılıyor yüreğime. Kuru kalabalıklar hasretimi ve yalnızlığımı daha da artırıyor. Bahar yağmurları altında sırılsıklam olmayı ne çok özlüyorum. Ya o püfür püfür esen tatlı rüzgârları… Şehirde yaşamak, bahardan nasibini alamamak demektir. Heyhat!... Kendim için değil de en çok da çocuklarım için üzülüyorum. Bizler bari çocukluğumuzda baharı yaşadık köylerde. Onların böyle bir şansı bile yok artık. Şehrin dehlizlerinde ömür törpülemeye mahkûm zavallılar…