Siyaset bazen bir şehrin taşında, toprağında, rüzgârında saklıdır.

Kimi şehirler vardır ki, orada yapılan bir açıklama yalnızca bir beyanat değil; tarihe düşülmüş bir not, gelecek kuşaklara bırakılmış bir işarettir.

Trabzon da işte böyle şehirlerden biri ve en önemlisidir.

Anahtar Parti Genel Başkanı Yavuz Ağıralioğlu’nun bir haftadır baba ocağında sürdürdüğü ziyaret programı, aslında bir siyasi turdan çok daha fazlasıydı.

Bu şehirde adımladıkça aldığı güç hem duygusal hem de siyasal bir zemine oturuyordu.

Ve nihayetinde, Cumhurbaşkanlığı adaylığını da Trabzon’dan ilan etti.

Ağıralioğlu’nun sözleri, bir adaylık duyurusundan öteydi; bir tarih okumasıydı. Fatih Sultan Mehmet’e itiraz ettiği için “Yavuz” adını alan Sultan Selim’i hatırlatarak yaptığı benzetme, “Trabzon’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a itiraz eden Yavuz’um” cümlesiyle birleşince, Türkiye siyasetinde uzun süre konuşulacak bir meydan okuma olarak ortaya çıkıyor.

Ağıralioğlu, “Cumhurbaşkanlığını Rize’den Trabzon’a alacağım” sözünün neden çarpıtıldığını anlatırken aslında dikkat çektiği şey, bir bölge dayanışmasının sürekliliğiydi.
Trabzon’un yıllarca Rize’nin siyasi yükünü omuzladığını vurgulayıp ekledi.

“Şimdi bir Trabzonlu bu göreve taliptir. Rize de Trabzon’un arkasında durmalıdır.”

Bu söz, bir kırgınlık değil; bir hatırlatmadır.
Bir kapı aralama çabası değil; yeni bir kapı açma iddiasıdır.

Ağıralioğlu’nun en net eleştirisi ise sözünün “ucuz siyaset hevesi” taşıyanlarca çarpıtılmasıydı.

Sanki onun adaylık iradesi hafifletilmeye, değersizleştirilmeye çalışılmış gibiydi. Oysa kendi ifadesiyle “Bana cumhurbaşkanlığı iradesini Trabzon’da açıklattılar” dedi.

Trabzon’da gazetecilerle kahvaltıda yaptığı açıklamalarda en çok dikkat çeken cümlelerden biri de şuydu;

“Benim desteğe ihtiyacım var. Buraya dağ gibi yaslanmalıyım.”

Politikada “şehirlerin omzuna yaslanmak” bir edebiyat değildir.

Ağıralioğlu, yıllardır siyasetin merkezinde, tartışmaların odağında olan bir isimdir.

Fakat Trabzon’a dönüşü bir siyasi “çıkış” değil, bir “dayanak” arayışıdır. Çünkü hemşerilerine göstermek istediği şey şuydu,

“Ben bu yükü taşıyacağım ama önce size anlatmalıyım ki, taşıdığım yük sizin de yükünüzdür.”

Tam da anlatmak istediği buydu.

2002 yılında AK Parti’nin kuruluşunda toplumun derin bir sessizliğe gömüldüğünü hatırlattı Ağıralioğlu, bugün ise, benzer bir sessizliğin Anahtar Parti’nin arkasında olduğunu söyledi.

Bu, ne kadar çok iddialı olduğu olduğunu gösterse de Türkiye siyasetinde hiçbir sessizlik masum değildir.
Sessizlik ya birikmiş bir öfkenin habercisidir ya da yeni bir umudun habercisidir.

Ağıralioğlu’nun analizine göre bu sessizlik, kırılmış bir seçmenin sessizliğidir ve özellikle de “Biz bunları hak edecek ne yaptık?” diye soran bir kitlenin sessiz sesidir.

Fakat aynı paragrafta şu cümleyi kurarak gerçekçi yanını da ortaya koydu Ağıralioğlu

“Tayyip Bey mezardan sağ çıkabilir, çok güçlü bir rakiptir.”

Bu cümle hem rakibine saygı hem siyasete dair gerçekçi bir okuma, hem de kendi iddiasının ciddiyetinin altını çizmesidir.

Ağıralioğlu, İYİ Parti’den ayrılışını anlatırken futbol metaforunu seçerken şöyle izah etmeye çalıştı. “Kaleye şut çekmek için birkaç adım geri çekilmek gerekir.”

Siyasette çok kişi ileri çıkarak ilerleyeceğini sanır. Oysa geri çekilmenin de bir estetiği vardır, bir stratejisi, bir vakarı vardır.

Ağıralioğlu, kendi geri çekilişinin bir kaçış değil, yeni bir başlangıç olduğunu anlatmaya çalıştı.
Çünkü ona göre “Doğru itiraz için geri çekildik.”

Bu cümle, Türk siyasetinde uzun süredir duyulmayan bir sadelikteydi.

Paranın, eğitimin, beynin hizmetinde olmayan bir milliyetçiliği eksik olarak gören Ağıralioğlu’nun belki de konuşmasının en kritik kısmı burasıydı.

Bugüne kadar milliyetçilik dendiğinde akla daha çok “sınır” ve “slogan” gelirken, Ağıralioğlu meseleyi bambaşka bir yere çekti.

Beyin göçü milliyetçiliğin sorunudur dedi.

Ekonomi milliyetçiliğin sorunudur dedi.

Tarım milliyetçiliğin sorunudur.

Kaliteli yaşam milliyetçiliğin sorunudur dedi.

Ve en çarpıcı cümlesi “Milliyetçilik milleti cebine para olsun” demesiydi.

Bu, bir siyasetçinin okumuş kesime, gençlere, iş insanlarına ve üreticilere aynı anda söylediği nadir cümlelerden biridir.

“Trabzon’a gönderdikleri gibi döndüm; şerefimle gittim, şerefimle döndüm” diyen Yavuz Ağıralioğlu’nun bu cümlesi aslında son yıllarda siyasette özlenen bir duruşun kısa özetiydi.
Bir aidiyet beyanıydı.
Bir teşekkürdü.
Bir meydan okumaydı.
Ve belki de bir veda değil, uzun bir yolculuğun başlangıcıydı.

Türkiye siyaseti çok uzun süredir böyle güçlü bir Trabzon vurgusu, böyle kendine güvenen bir itiraz, böyle net bir adaylık beyanı duymamıştı.

Ağıralioğlu “İlle de adayım” diyerek değil; “Bu şehir bana güç verdikçe adayım” diyerek yola çıkıyor.

Bu fark, belki de önümüzdeki dönemin siyaseti için belirleyici olacak.

Türkiye yeniden şekillenirken, Yavuz’un itirazı bakalım yalnızca Trabzon’da mı yankı bulacak, yoksa ülkenin geri kalanında da bir karşılık bulacak mı?

Bekleyip göreceğiz…

Yolun açık olsun Yavuz başkan.