Belediyelerin finansal yapısı üzerine yapılan her tartışma, aslında hizmetle siyaset arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Geçtiğimiz günlerde bir AK Partili ilçe belediye başkanıyla sohbet ederken konu, Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya’nın Sümela Manastırı çevresindeki çöplerin alınması yönünde gösterdiği çabaya geldi.
Malum, bu bölge Ortahisar Belediyesi'nin mücavir alanı dışında.
Yani teknik olarak sorumluluk alanı içinde değil.
Ama Başkan Kaya, buna rağmen harekete geçmiş, çöplerin toplanmasını sağlamıştı.
AK Partili belediye başkanının yorumu sertti;
“Senin Maçka’da ne işin var? Popülizm yapıyor.”
Bu çıkışın ardından konuyu belediyelere yapılan ödenek kesintilerine getirdim.
Ortahisar Belediyesi gibi CHP'li belediyelerin gelirlerinde ciddi düşüş yaşadığını, personel çıkarmak zorunda kalacaklarını söyledim.
Ama bu sefer de farklı bir çıkış geldi;
“Ne alakası var abi. Bizden de kesiliyor. Herkes zannediyor ki sadece CHP’li belediyelerden kesinti yapılıyor. Hayır. Borcu olan tüm belediyelerden yapılıyor.”
Bu açıklama ilginçti.
Çünkü kamuoyunda genel algı, merkezi hükümetin özellikle muhalefet belediyelerini ödenek kesintileriyle zor durumda bıraktığı yönünde.
Oysa bu belediye başkanının anlattıkları, tabloyu biraz daha karmaşık hale getiriyor.
Kendi belediyesinden 15 milyonluk ödeneğin 11 milyonunun kesildiğini söylüyor ve ekliyor;
“Borcu olmayanın kesilmiyor, borcunu ödemeyeninkinden kesiliyor. Biz ağlamıyoruz, sızlamıyoruz. Siyaset de yapmıyoruz. Dünya kadar yer sattılar, ödesinler borçlarını.”
Burada ortaya çıkan çelişki önemli;
Bir yanda popülizmle suçlanan bir CHP’li belediye başkanı, sorumluluk alanı dışında da olsa bir hizmet yapıyor ve sonrasında kamuoyuna “Bizi zorluyorlar, ödenek kesiliyor, personel çıkaracağız” diyor.
Diğer yanda ise aynı kesintiye uğradığını söyleyen bir AK Partili belediye başkanı, kendilerinden de kesinti yapılması durumunu normal karşılıyor, şikâyet etmiyor ve iddiaya göre daha fazla mali disiplin sergiliyor.
Bu örnek, aslında Türkiye’de yerel yönetimlerin karşı karşıya kaldığı en büyük sıkıntılardan birine işaret ediyor; algı yönetimi ile mali yönetimin iç içe geçmesi.
Belediyelerin gelirleri, merkezi idarenin kestiği paylarla doğrudan bağlantılıdır.
SGK ve vergi borcu olan belediyelerin paylarından otomatik kesinti yapılıyor.
Bu, kanunla sabit.
Yani hangi partiden olursa olsun, borçlu belediyeler bu sorunla karşılaşıyor.
Ancak mesele sadece teknik değil, algısal bir boyut da taşıyor.
Kimisi bu kesintileri siyasi baskı olarak yorumluyor, kimisi de mali sorumluluğun bir sonucu.
Bunun yanında belediyelerin yaptığı işe alımlar, gayrimenkul satışları ve personel politikaları da tartışmanın başka bir boyutu.
Sonuç olarak;
Evet, borcu olan tüm belediyelerden kesinti yapılıyor. Bu teknik bir gerçek.
Evet, bazı belediyeler bu durumu kamuoyuna farklı şekillerde sunarak siyasal anlamlar yüklüyor.
Evet, aynı sorunla karşılaşan bazı belediye başkanları sessizce çözüm ararken, bazıları kamuoyu nezdinde destek arıyor.
Ama asıl önemli soru şu:
Belediyecilik; hizmet odaklı bir kamu görevi mi, yoksa siyasi puan toplama yarışının bir parçası mı?
Bu sorunun cevabı, yalnızca belediye başkanlarının niyetinde değil, vatandaşın algısında da gizli.
Çünkü seçmen, artık kimin ne kadar borcu olduğunu, neyin siyasi şov neyin samimi hizmet olduğunu daha net ayırt etmeye başlıyor.
Objektif olmak gerekirse; mesele ne sadece CHP’nin mağduriyeti, ne de AK Parti’nin haklılığı. Mesele, yerel yönetimlerin şeffaf, hesap verebilir ve sürdürülebilir bir mali yönetim anlayışına sahip olup olmamalarıdır.