1900’lerin başlarında dünyanın yaklaşık yüzde 85’i başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri tarafından sömürge hâline getirilmişti. Avrupalılar dünyayı sömürmeden önce kendi aralarında askeri, siyasi, kültürel alanda rekabete girişmiş bunun için çok ağır bedeller ödemişlerdir.
Avrupa ülkeleri önce sanayilerini geliştirmiş, hammaddeye ihtiyaçları artınca sömürge hareketlerine başlamış ve kültürel baskı ile birlikte emperyalizmin temellerini atmışlardır.
Fransız ve İngiliz rekabeti Avrupa kültürünün temelini meydana getirmiştir. Her iki dilde de Fransız ve İngiliz rekabetini yansıtan, birbirlerini küçük düşürücü birçok ifadeye rastlamak mümkün olmuştur.
Bu rekabette önceleri Fransızlar, son dönemlerde ise İngilizler ön plana çıkmıştır. Avrupalılar kaba, görgüsüz, medeniyetsiz tanımlarını kullanarak birbirlerine hakaret etmişlerdir.
Almanya, Avrupalıların en fazla ötekileştirildiği, horladığı, küçük görüldüğü millet olmuştur. Avrupa’da Almanlar için kaba, baskıcı, saldırgan, hesapçı, sanattan çok makinaya önem veren, ülkesini tiranlıkla yöneten, dili ve kültürü zayıf millet olarak bahsetmişlerdir.
Karşı tarafı suçlama kültürü Avrupa’da daha sonra ulus fikrinin zeminini oluşturmaya başlamış, Avrupalılar birbirleri üzerinden ulus devletlerini kurmuşlardır.
İngilizler Tanrı’nın İngiliz olduğunu, bu nedenle İngilizlerin dünyayı yönetmeye talip olduklarını ifade etmiş, Emanuel Surdenberg gibi düşünürler, İngilizlerin benzersiz zekâlarına ödül olarak Tanrının sadece İngilizlerin kalacağı özel cennet oluşturduğunu, kendilerinin “seçilmiş bir millet” olduğunu iddia etmiştir.
Batılılar bu “seçilmiş millet” olma fikrini Yahudilerden almışlardır. Yahudiler seçilmiş millet vasfının kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanmakta, bu nedenle “vaat edilmiş toprakları” kendileri için bir hak ve imtiyaz olarak görmekteler.
Aynı şekilde Fransızlar 19. Yüzyıla kadar kendilerini medeniyetin merkezi olarak görmüş, dünya ve cennet dilinin Fransızca olacağına inanmış bunu da Tanrılarının kendilerine bir ihsanı olduğunu dile getirmişlerdir.
Afrika’yı istila ettiklerinde Fransız hükümeti, Fransız ırkının tüm Afrika’ya yayılmasını hızlandırmak ve Afrika’da melez bir ırk oluşturmak amacıyla Fransız askerlerine Afrikalı kızlarla “çiftleşmesini” önermiş, böylece Afrika’nın üstün ırk ile tanışmasının ve medenileşmesinin daha kolay olacağını düşünmüşlerdir.
Hitler, Avrupa devletlerinin Hristiyanlığa dayandırarak öne sürdükleri “üstün ırk” olma düşüncelerini daha da ileri götürerek, Alman üstün ırkını bilimsel yollarla yaratma yollarını denemiştir.
Hitler, sarışın, mavi gözlü, atletik yapılı Aryan tipli Almanların sayısını artırmak için bu tarz özellikleri taşıyan kadın ve erkeklerin birbirleri ile evlenmelerini hatta bu ailelerin fazla çocuk yapmalarını teşvik etmiş, bu tarz tipik özellik taşımayan kişilerin evlenmesini ve fazla çocuk yapmasını istememiştir.
Hatta Alman ırkını bozuyorlar diye engelli bireylerin çocukken öldürülmesini tavsiye etmiş, 1933 yılında “Kalıtsal Hastalıklara Sahip Çocuklardan Korunma Yasası’nı çıkartarak, sağır, kör, şizofren gibi hastaların hadım edilmesine onay vermiştir.
Avrupalılar kendileri ile rekabette ırksal özelliklerini ön plana çıkarırken, dünyayı sömürme noktasına geldiklerinde ortak değerler, semboller kullanmaya başlamışlardır. Bu sembollerin başında ise medeniyet, çağdaşlaştırma, insan hakları, özgürlük gibi kavramlar olmuştur.
Avrupa kültürünün süzülmüş ve özümsenmiş hâlini medeniyet olarak tanımlayan ve Avrupa Merkezli bir anlayışı ön plana çıkaran bu devletler, işgal ettikleri ülkeleri barbar, kaba, geri kalmış ülke olarak tanımlamış ve bu barbarlıktan kurtarma adına onları medenileştirmeyi kendilerini için bir vazife olarak görmüşlerdir.
Böylece kendi iç rekabetlerinde daha üst konuma gelmek için, ortak medeniyeti bir aracı unsur hâline getirmişlerdir.
Bir toplumu medenileştirmenin bedeli olarak o ülkenin yeraltı zenginliklerini kullanmayı kendileri için bir hak olarak görmüşlerdir. Kendileri gibi görünen, Avrupa hayranı, Avrupai tarzı bir öncelikli yaşam hâline getiren kişilerin yönetime hakim olduğu toplumlar, insan hakları, ilericilik, çağdaşlaşma, gerici, kavramları ile çatışırken, ülkelerinin bütünlüğünü kaybetme ve dahası kültürel birikimlerini yok etme, geleceği birlikte inşa etme düşüncesini kaybetmişlerdir. Bu çatışma zemininden kurtulmak maalesef o ülkeler için kolay olmamıştır.