Sanırım 1995’de idi. Günlük değilse bile haftalık kitapçı ziyaretlerinden birinde elime geçirmiştim. 1989 baskısı kitabın 900 sayfasını da Ortadoğu’da olup bitenleri de değerlendirip, didikleyerek okumuştum. Sonra bir arkadaşım alıp geri getirmedi sanırım.
Aradan 30 yıl geçti. Kitabı da, içindekilerin büyük kısmını da unutmuştum.
Ama asrın mezaliminin yaşandığı Filistin’deki son, “İsrail ile Hamas Barışı”ndan dem vurulunca gel de hatırlama bakayım!
Kitabın adı bile, geçmişte birkaç kez yinelenmesine rağmen, bugün hiç ders alınmadan yine Filistin için sözü edilip, sözde kalan, sözde barışı 4 kelime ile ortaya koyuyor:
Barışa Son Veren Barış.
Neden mi?
David Fromkin’in derleyip toparladığı ve bugün sözü edilenin barış olup olmadığını anlamak için kitaptaki şu özet cümle yetmez ise, okumaktan başka yol yok:
“Savaş rüzgârının kaldırdığı tozun görüşü sınırladığı bu dönemde olayları ve nedenleri anlamak için belki de biraz gerilere gitmek gerekiyor. Eser, Ortadoğu’da bugün olanları anlamak için gerekli tarihsel argümanları da veriyor.”
Haa! Yeri gelmiş iken Hüsnü Mahalli’nin tamamen delillere dayanarak kaleme aldığı “Ortadoğu’da Büyük Tiyatro” kitabı var ki!
Ondan gelecek hafta söz eyleyeceğiz.
KOKARCAYI UNUTMADIK!
Her ne kadar aşık, sözü maşuku için; “Senin için yazmazsam iki satır, bir yalnızlık, bir haksızlık hissederim” demiş olsa da, biz de yeşilini bir kenara koyup, kahverengi kokarcayı her gün yazmaksak, kendimizde bir eksiklik görüyoruz!
“Topyekün mücadele” diye talep ettiğimiz hareket uygulamaya geçmediği müddetçe de eksik saymaya devam edeceğiz.
Söz konusu “Topyekün olmak” ise bu tamamen kamu adına iş yürüten devletin görevi…
Ki bu konuda geçen hafta Tarım ve Orman Bakanlığı’nda üst düzey yetkililer bölgeye sirayet ederek, görüşmeler yaptıklarını da hatırlatalım.
Ama yine de kurumsal ve bireysel olarak da mücadeleyi bırakmamak, kenara koymamak lazım.
Örneğin, Ulusal Fındık Konseyi Başkanı Cem Şenocak, gelişmeleri takip ediyor, bilgilendirme yapıyor, destekler sağlıyor.
Geçen gün Trabzon-Ortahisar Ziraat Odası Başkanı Mustafa Bekar’ın, binalara ilaçlı bezler asarak yaptığı ve kamuoyu ile paylaştığı çalışma dikkate alınmaya değer.
*
Benzer çalışma Ordu’nun Altınordu ilçesinde Cem Şenocak’ın katkıları ile bir aydan beri de yapılıyor. Kokarcayı bertaraf etmede de bugünkü uygulamalar içinde bana göre en iyi sonuç veren yöntem.
Ama kokarcaya karşı kazanılması çok zor olan mücadele için “olmazsa olmaz”ı Trabzon Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı Bülen Sağır; “Bu mücadelede halkımızın katılımı olmadan başarı elde edemeyiz” diye ifade ettiği gerçektir.
Ancaaak!
Havalar soğumaya başlayınca, biline ki kokarcanın kışlaklara, evlere hücuma daha da artacaktır.
Yani arkadan gelenler daha da fazla olacak…
“Arkadan gelenler” deyince de, sokaklarda seyyar arabalarla satışın yasak olduğu bir ülkede inzibatlar tarafından yakalanıp, uygun şekilde cezalandırılmaya başlanan salatalık satıcısının buna rağmen gülümsemesinin nedeni sorulduğunda, “Arkadan karpuzcu geliyor” demesi hatırlanmayacak gibi değil!
YOMRA-İKİSU DÜNYA KÖYÜ…
Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı İkisu, ziyaretçileri ile adeta bir Dünya Köyü oldu…
Nasıl olmasın ki?
Amerikalılar, Azeriler, İtalyanlar, İranlılar, Belçikalılar, Bulgarlar, Gürcüler gibi birçok ülke vatandaşları merak ettikleri İkisu’yu mutlaka gelip geziyor, görüyorlar.
“Geziyorlar” dedi isek, turistik yerleri görmek için gelenler değil, kimisi fındığı tanımak, kimisi de bahçeyi örnek almak için…
Çünkü İkisu’da Trabzon Ticaret Borsası tarafından 8 yıl önce kurulan ve dalları çotanaklarla dolu üretici Ömer Ustaömeroğlu’na ait Örnek Fındık Bahçesi bulunuyor.
Hani bu yıl ki gibi ürünün az olduğu zamanları, “Allah verdi, vermedi” diye niteleyenlere rağmen, “Allah çalışana verir” diyerek her daim çok fındığın alındığı Örnek Bahçe var ya; işte orası…
Son ziyaretçileri de Uzakdoğu’dan gelen ve fındığı hiç bilmeyen Japon bir grup oldu.
DÜNDEN BUGÜNE
MİTOMANİ…
Konu, "yalan" olduğunda "Kitap"a bakınca herkese; “Külliyen Haram!"
Ama siyasetçiler sanki “herkes” statüsünde olmadıkları için olsa gerek (!) onların söyledikleri yalan sayılmıyor!
Kişiyi değil, kamuyu yönetme adına siyaset yapanlarda toplum tarafından kendilerine "helal" kılınan bu yalan söyleme işini de nereye vardırdılar? Hiç düşündünüz mü?
*
Kıssadan hisse!
Geçen akşam "Amaca ulaşmak için her yol mubahtır" a örnek teşkil edebilecek konulu bir filmde oyunculardan biri şöyle dedi:
-"O kadar çok yalan söylüyorum ki, artık bende inanmaya başladım!"
14 Ekim 2014
*
Bunlar dünden, yani 11 yıl önce satırlara döktüklerimizden…
Aradan onca süre geçtiğine göre, tıpta MİTOMANİ olarak adlandırılan “kendi yalanına da inanma hastalığı” başlangıçta ben diyeyim “kişinin”, siz söyleyin “hastanın” çıkarına hizmet ediyor olsa da, varacağı yer şöyle tarif ediliyor:
“Kişinin kontrolsüz olarak ve herhangi bir somut kazanç sağlamasa bile sürekli yalan söyleme eğilimine girmesi.”
Bu kadar mı?
Keşke o kadar ile kalsa! “Bu durumdaki kişiler ilgi çekmek, kendilerini daha iyi hissetmek gibi nedenlerden dolayı da yalan söylerler.”
KISSADAN HİSSE
Kurt yavrusuna hayatı öğretirken koyunları gösterip; “Bunların eti lezzetlidir” der.
Ardından da çobanı gösterip; “Bunun sopası acıdır. Dikkat etmelisin” diye ilave uyarır.
Yavru kurt köpeği görünce; “Bu bana benziyor” diye söylenir.
Baba kurt der ki: “Yavrum, bunu görünce kaç! Biz ne çektiysek, bize benzeyip de bizden olmayanlardan çektik.”