Bir 10 Kasım sabahıydı. Trabzon Numune Hastahanesinde kontrolüm vardı. Muayene saati gelmişti. Ancak polikliniklerin kapıları henüz kapalıydı. Eski bir terzi dostum nerede bu adamlar diye bana sordu. Ben ise bugün 10 Kasım dedim. Unutmuş olduğu belliydi.
Nitekim dediğim gibiydi. Saat 9.05 de istisnasız tüm hastalar ayağa kalkıp hazırol vaziyetine geçtiler ve siren çalmaya başladı. Muayene için gelenler, çoluk çocuk herkes bir anda hazırol vaziyetine geçtiler. Bir anda herkesin ağzı kilitlendi. Nihayet siren kesintisiz çalmaya başladı. Hiç kimsede herhangi bir hareket yoktu. Sanki zaman durmuştu.
Saat 9.20 doktorlar muayeneye acilen başladılar. Ben bir kenera çekildim ve düşünmeye başladım. Büyük insan, büyük lider buymuş. Ölümünün üzerinden tam 87 yıl geçmişti ancak o’na duyulan özlem ve saygıdan bir şey kaybolmamıştı. Aksine halkın hep birlikte hiçbir şey söylemeden kendiliğinden sıraya geçip hazırol vaziyeti almak başka nasıl izah edilebilirdi ki. Gururlandım, enerjim arttı, içimden böylesi aziz bir milletin bir neferi olmaktan tarifsiz bir haz duydum. Büyük olmak buydu. Büyük olmak konusunda ciltlerce kitap yazılsa o andaki duygularımı anlatamazdı.
Memleketin her taşı ve toprağında ondan birşeyler var. İnkar etsen de edilmiyor ki. Atatürk bu dağların arkasından yükselen güneş mi yoksa Mustafa Kemal miydi belli değildi. Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını. Yeryüzüne can veren. Cana heyecan veren. Al yüzlü doğan güneş! O an duyduğum sevinci bastırmaya çalıştım, zorlandım ve Türk Milletinin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha teyit etmenin gururunu yaşadım.
“Gidiyor, on yedi milyon takmış peşine
Gidiyor, göğsünü çepeçevre saran bayrakla
Gidiyor, izleri üstün birikmiş yaşlar
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar
Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meşalesi
Yine bir evir açacakmış gibi en başta O var
Hıçkıran seste o var, sessiz akan yaşta O var
…………… “
Başta Atatürk olmak üzere vatanın bağımsızlığında emeği geçmiş herkese tanrıdan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.