Bir Ömrün Hikâyesi Yahut "Mum Yanığı Zamanlar"-1

Yaklaşık bir haftadan beri Gümüşhaneli kıymetli bir dost, kelimeleri gönül teknesinde tam kıvamında yoğuran, edebî mecrada rüştünü ispat eylemiş usta bir hamurkâr, bir kalem erbabı olan Ali Coşkun Hirik'in büyük bir incelik göstererek şahsıma gönderdiği ve kelimeleri adeta nakış nakış işlediği, söz tılsımıyla kuş misali kanatlandırdığı, üzerine "Otobiyografik Bir Deneme" diye de not düştüğü "Mum Yanığı Zamanlar" isimli enfes kitabını okuyorum.

Abone Ol

Okurken bazen derinlere dalıp hüzünleniyor, bazen de sığlarda kalarak (u)mutlanıyorum.

Bir kitaba bir isim ancak bu kadar yakışır.

Öncelikle söyleyeyim ki "Mum Yanığı Zamanlar" isimli kitabın adını çok beğendim. Bir kitabın ancak bu kadar şiirsel duygu ve düşünceleri çağrıştıran böyle güzel ve derin bir adı olur. Bir kitaba bir isim ancak bu kadar yakışır. Öyle de ön ve arka kapağa siyah rengin hakim olduğu, yaralı bir elin tuttuğu yanan bir mumun yer aldığı bu kitap görsellik ve tasarım açısından da dikkatleri üzerine çekiyor. Bir kitap kapağı ancak bu kadar içerikle uyumlu olur.

"Her ömür, bir mumdur; yanar, yanar ve geriye bir şey kalmaz."

Kalem dostları olarak şair ve yazar Ali Coşkun Hirik'ten bu aralar bir şiir kitabı beklerken bizlere sürpriz yaparak kendisinin nesirde de en az şiir kadar iddialı ve mahir olduğunu gösteren böyle bir anlatı kitabını yayımlaması şaşırtıcı ama iyi oldu doğrusu. Çünkü yaşadığı acı ama hikmetli yaşantıları sıcağı sıcağına servis eyledi okuyucularına.

Kitapta kelimelere, pırpır eden ruhundan adeta gümüş kanatlar takan ve o kanatlar sayesinde okuyucunun idrakine konan yaralı duygular, empati hislerini harekete geçirerek yazıdan yaşantıya yollar açılıyor. Kendisi aynı zamanda çok iyi de bir şair olan Ali Coşkun Hirik, "Nirengi Yayınları" arasında okuyucusuyla buluşan 248 sayfalık bu kıymetli kitabının arka kapağında şu altı çizilesi duygu ve düşüncelere yer veriyor: "Hayat çok basittir; yaşama pratiği o kadar da basit değildir. Aslında bunu anlamanın çok basit bir izahı var: Her ömür, bir mumdur; yanar, yanar ve geriye bir şey kalmaz. Doğarak aslında mumun fitiline bir kibrit çaktığımızın farkında bile değiliz. O andan itibaren yanmaya başlıyoruz. Yandıkça katı kısmımızın nereye gittiğini düşünmüyoruz bile! Işığımız bedenimiz üzerinde yanıyor. Yanıyor, yanıyor ve bitiyoruz. Bedenlerimiz mum gibi birden yok oluyor. Geldiğimiz gibi gidiyoruz. Yaşarken şekilden şekle giriyoruz, duygudan duyguya sürükleniyoruz. Hiçten hep’e geliyor; hepten, hiçe ulaşıyoruz. Var olduklarında böbürlenerek şımaranlar, yok olduklarında acıların en büyüğünü çekiyor. Var olmak, yok olmayı düşünmezken; yok olmak, var olmanın kapılarını açıyor. Onun için mum yanığı zamanların kıymetini bilelim!"

Şair Ali Coşkun Hirik, hayatı ne güzel benzetmiş yanan bir muma. Gerçekten de öyle değil mi? Sahi, hayatımız muma ne çok benziyor. Doğumla birlikte o mumun fitilini yakıyoruz. Mumun uzunluğu kişiye göre değişebiliyor. Onun için de her mum aynı sürede bitmiyor. Her insan aynı uzunlukta yaşamıyor. Mumu kısa olan erken tükeniyor.

Yazar Hirik, hayatın ve varoluşun anlamı üzerine felsefî yolculuğa çıkarıyor bizi.

Yazar A. Coşkun Hirik, "Otobiyografik Bir Deneme" diye nitelediği kitabının Önsöz'ünde Dostoyevski'nin "Karamazov Kardeşler" romanında söylediği "Bir insanın ilk çocukluk yıllarından itibaren baba evinde sahip olduğu anılardan daha değerli hiçbir şey yoktur." sözünü hatırlatarak çocukluk dönemiyle ilgili şu özgün ve çarpıcı tespitlerde bulunuyor: "İyiliğin onarıcı gücü, şefkatin en yalın hâli, güzelliğin tek seçiciliği, masumiyetin temizliği, edebin hicapla buluşması, sevginin kalp genişlemesi, merakın zamanlaması, zevkin dayanılmaz hafifliği, sevincin kanat takıp uçması, huzurun dalga dalga yayılması, tebessümün resmedilmesi, hüznün derin derin iç çekişleri, özlemin köze dönüşmüş hâli, sabrın selâmete açılan kapısı, velhasıl umut etmenin insanı çıldırtan bekleyişleri hep bu dönemde keşfedilir."