Bir kitaba bir isim ancak bu kadar yakışır.
Öncelikle söyleyeyim ki "Mum Yanığı Zamanlar" isimli kitabın adını çok beğendim. Bir kitabın ancak bu kadar şiirsel duygu ve düşünceleri çağrıştıran böyle güzel ve derin bir adı olur. Bir kitaba bir isim ancak bu kadar yakışır. Öyle de ön ve arka kapağa siyah rengin hakim olduğu, yaralı bir elin tuttuğu yanan bir mumun yer aldığı bu kitap görsellik ve tasarım açısından da dikkatleri üzerine çekiyor. Bir kitap kapağı ancak bu kadar içerikle uyumlu olur.
"Her ömür, bir mumdur; yanar, yanar ve geriye bir şey kalmaz."
Kalem dostları olarak şair ve yazar Ali Coşkun Hirik'ten bu aralar bir şiir kitabı beklerken bizlere sürpriz yaparak kendisinin nesirde de en az şiir kadar iddialı ve mahir olduğunu gösteren böyle bir anlatı kitabını yayımlaması şaşırtıcı ama iyi oldu doğrusu. Çünkü yaşadığı acı ama hikmetli yaşantıları sıcağı sıcağına servis eyledi okuyucularına.
Kitapta kelimelere, pırpır eden ruhundan adeta gümüş kanatlar takan ve o kanatlar sayesinde okuyucunun idrakine konan yaralı duygular, empati hislerini harekete geçirerek yazıdan yaşantıya yollar açılıyor. Kendisi aynı zamanda çok iyi de bir şair olan Ali Coşkun Hirik, "Nirengi Yayınları" arasında okuyucusuyla buluşan 248 sayfalık bu kıymetli kitabının arka kapağında şu altı çizilesi duygu ve düşüncelere yer veriyor: "Hayat çok basittir; yaşama pratiği o kadar da basit değildir. Aslında bunu anlamanın çok basit bir izahı var: Her ömür, bir mumdur; yanar, yanar ve geriye bir şey kalmaz. Doğarak aslında mumun fitiline bir kibrit çaktığımızın farkında bile değiliz. O andan itibaren yanmaya başlıyoruz. Yandıkça katı kısmımızın nereye gittiğini düşünmüyoruz bile! Işığımız bedenimiz üzerinde yanıyor. Yanıyor, yanıyor ve bitiyoruz. Bedenlerimiz mum gibi birden yok oluyor. Geldiğimiz gibi gidiyoruz. Yaşarken şekilden şekle giriyoruz, duygudan duyguya sürükleniyoruz. Hiçten hep’e geliyor; hepten, hiçe ulaşıyoruz. Var olduklarında böbürlenerek şımaranlar, yok olduklarında acıların en büyüğünü çekiyor. Var olmak, yok olmayı düşünmezken; yok olmak, var olmanın kapılarını açıyor. Onun için mum yanığı zamanların kıymetini bilelim!"
Şair Ali Coşkun Hirik, hayatı ne güzel benzetmiş yanan bir muma. Gerçekten de öyle değil mi? Sahi, hayatımız muma ne çok benziyor. Doğumla birlikte o mumun fitilini yakıyoruz. Mumun uzunluğu kişiye göre değişebiliyor. Onun için de her mum aynı sürede bitmiyor. Her insan aynı uzunlukta yaşamıyor. Mumu kısa olan erken tükeniyor.
Yazar Hirik, hayatın ve varoluşun anlamı üzerine felsefî yolculuğa çıkarıyor bizi.
Yazar A. Coşkun Hirik, "Otobiyografik Bir Deneme" diye nitelediği kitabının Önsöz'ünde Dostoyevski'nin "Karamazov Kardeşler" romanında söylediği "Bir insanın ilk çocukluk yıllarından itibaren baba evinde sahip olduğu anılardan daha değerli hiçbir şey yoktur." sözünü hatırlatarak çocukluk dönemiyle ilgili şu özgün ve çarpıcı tespitlerde bulunuyor: "İyiliğin onarıcı gücü, şefkatin en yalın hâli, güzelliğin tek seçiciliği, masumiyetin temizliği, edebin hicapla buluşması, sevginin kalp genişlemesi, merakın zamanlaması, zevkin dayanılmaz hafifliği, sevincin kanat takıp uçması, huzurun dalga dalga yayılması, tebessümün resmedilmesi, hüznün derin derin iç çekişleri, özlemin köze dönüşmüş hâli, sabrın selâmete açılan kapısı, velhasıl umut etmenin insanı çıldırtan bekleyişleri hep bu dönemde keşfedilir."
Aslında yazar Hirik, bizi kendi yaşamı merkezinde (hayatından belli başlı kesitler sunarak) hayatın ve var oluşun anlamı üzerine şiirsel bir üslûp çerçevesinde bir çeşit felsefî yolculuğa çıkarıyor. Ali Coşkun Hirik, editörlüğünü Haldun Şeker'in yaptığı "Mum Yanığı Zamanlar" da ta çocukluğundan başlayarak gelmiş olduğu noktaya kadar (geçmişten geleceğe) hayatından kesitler sunuyor bizlere. Okurlara hayatı sorgulayarak yaşamanın kapılarını aralıyor. İyi kötü (mutlu, mutsuz) anıların merkezinde deneme yanılma usulüyle yaşanan bir hayatın kesitlerini sunuyor bizlere. O, bu kitaptaki hatıraları yazma ve paylaşma gerekçelerini şöyle açıklıyor bizlere: "Ben yazın hayatına şiirle başlayanlardanım. Şiir bana kapıyı açtı, ben o kapıdan düzyazıyla girdim. Yazmak tutkusunun şiirle başlayıp düzyazıya dönmesinin çok önemli bir nedeni de yaşanmış birikimlerdir. Birikimler ise yaş almakla olasıdır, insan yaş aldıkça yaşanmışlıklar birikir, anılar basıncı kuvvetli bir tazyike dönüşür. Bunun önünde durmak, yani yazmamak çok zordur. " Yazar Hirik, devamında "Mum Yanığı Zamanlar" kitabını yazış gerekçesini şöyle açıklıyor okurlarına: "Ben de anılardan beslenen bu kitap için tam paylaşma zamanındayım. Anılara olan saygımın da payı var muhakkak ama anıların toprak olarak kaybolup gitmesine gönlüm rıza göstermedi. Zamanın hoyrat elinden kurtarabildiğim yaşanmışlıklar, umut ediyorum ki okuyana kalıcı olmanın tadını verecektir. Geçen sadece zaman sanıyordum, meğerse geçip giden ömürmüş. Bunu anladığım an yazmaya koyuldum. Mum yanığı zamanlardan gelen yaşanmışlıklarla karşınızdayım. Keşke dememek için paylaşıyorum. Evet, insanlar bir gün giderler bu dünyadan ama giderken gittikleri yolu asla unutmazlar. Ben de unutamadıklarımı kaleme aldım."
57 seneyi 53 bölümde anlatmak yahut bir ömrün serencamı
Kıymetli bir kalem erbabı olan A. Coşkun Hirik'in de bihakkın dediği gibi "Nihayetinde hepimiz gideceğiz, hikâyelerimiz kalacak." Onun içindir ki Mum Yanığı Zamanlar'da kalem kelâmla birleşti. Hüzünlerle sevinçler kol kola girerek hatıraların kozasını ördü. Bizler bu hatıraların eşiğinden girerek yaşanmışlıkları gönül gözüyle temaşa edeceğiz.
Şair ve yazar Ali Coşkun Hirik'in doğumunda bugünlere değin 53 kısımdan oluşan "Mum Yanığı Zamanlar" isimli kitabında şu başlıklar yer alıyor: "Deryaya Açılan Bir Küçük Sandal", "Suya Sabuna Dokunmazsan Ellerin Hep Kirli Kalır", "İskarpinlerim", "Mermi Taşıyan Kadınlar", "Çöllere Yağmak İsteyen Yağmurum", "Yenilmesi Gereken En Büyük Düşman Cehalettir", "Eli Elime Değmişti Kaderin", "Sahipsiz Mektuplar", "Akmamak Suyun Elinde Değildir", "Çürük Elmalar Cumhuriyeti", "Sınana Sınana Yol Alıyoruz Zamandan", "Bâkî Kalan Bu Kubbede Hoş Bir Sadâ İmiş", "Keşke'nin Panzehiri İyi ki'dir", "Kadere İman Eden Kederden Emin Olur", "Farklı Bir Şey Görmek İçin Farklı Bir Açıdan Bakmak Gerekir", "Hâlâ Yalan Söylüyorlar!", "Geçmiş, Zamanın Bizlere Hediyesidir", "Tevekkeltüalellah!", "Nişanlılık Günleri", "Beyaz Arabama Kara Ses Çarptı", "Kınalı Kuzu'nun Babası Kim?", "Ahıra Köşe Taşı Olan Tarihî Büst!", "Levhi Mahfuz", "Sırt Derimin Dili Olsa da Konuşsa!", "Alkışla Karın Doymuyor!", "Eski Çamlar Bardak Oldu", "Kâinatın Anahtarı", "Gidersen Parmağını Bana Bırak Baba!", "Kötü Bir Ata Binmektense Yayan Yürümek", "Hayatı Ertelemek", "Yoksulluk İçimizde!", "Uzaktan Sevmeler", "Köprünün Tam Altındaki Salkım Saçak Söğüt", "Hayat Oyunu", "Hangi Irmak Aktığı Denize İhanet Eder?", "Beni de Götürdü Uzun Uzun Baktığım Irmak", "Ağlamak Hissetmektir", "Mağrur Bir Vatan Toprağı: Erzurum", "Bu Maya Öyle Herkeste Tutmaz", "Bir Gömlek Borcun Olsun, Hem de İpek", "Şairler Öldükten Sonra Büyürler", "En Büyük Tehlike E(k)mek Hırsızlığı", "Bakın Çakıl Taşları Gözlerinizin İçine Bakıyor!", "Dalgalar Fırtınayı Çağırır", "Nurettin Özdemir'e Vefa", "Allah Yâr, Gam Yok", "Tuz Ekmek Hakkı", "Mehmet, Mehmet'i Uğurluyor!", "Babalar Evlâtlarının Önce Başları, Sonra Bakışlarını Okşar!", "Haziran Bize Hazan Oldu!", "Gölgesi Bir Kaderin Üzerine Düşmüş İsim: D. Mehmet Doğan", "Vakit Öldürenleri Vakit Öldürecek!", "Mum Yanığı Zamanlar Bitti"
Yazar Ali Coşkun Hirik, "Mum Yanığı Zamanlar" adlı hatıra kitabını 53 bölüm halinde yazdığını belirtmiştik. Kitabın 1. bölümünde yazar Hirik, kendini deryaya açılan bir sandala benzeterek doğumunu, ilk çocukluk yıllarını, dedesiyle olan hatıralarını; 2. bölümünde çok sevdiği dedesinin ölümünü ve bu kaybın kendisinde yarattığı derin boşluğu, 12 Eylül askerî ihtilâlinin getirdiği kaos ve karmaşayı; 3. bölümünde büyük bir hevesle aldığı, ayağını vuran yeni iskarpinlerini; 4. bölümünde pazarda ayran satarak kazandığı parayla aldığı bisikletinin hikâyesini; 5. bölümünde gazete okuma ve yazma hevesini, amcasının Almanya'dan kendisine hediye olarak getirdiği daktiloyu; 6. bölümünde kardeşi Serkan'ın Kur'an Kursu hocasından yediği okkalı dayağın kendisinde yarattığı travmayı; 7. bölümünde Gazi Üniversitesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okumak için gittiği Ankara'daki üniversite yıllarını ve yazmaya merak sarışını; 8. bölümünde Ankara'da düzenlenen Gümüşhanelilere dair birlik beraberlik gecesinin sunuculuğunu yaptığını ve o gecede ta lisede sevdiği ve şiirler yazdığı kızla karşılaşmasını; 9. bölümünde o zamanki Gümüşhaneli Adalet Bakanı Oltan Sungurlu vasıtasıyla Ankara'da şair Mehmet Çınarlı'yla tanışmasını, Gümüşhane'nin en uzun soluklu gazetelerinden biri olan Kuşakkaya gazetesinde yazılar yazmaya başlayışını; 10. bölümünde Kelkit'te mezun olduğu lisede vekil öğretmen olarak çalışmaya başlayışını; 11. bölümünde "Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane" adlı sempozyuma bir bildiriyle katılışını; 12. bölümünde TRT'de yayımlanan "Gençliğin Sesi" adlı bir programa katılıp kendisini tanıtmasını; 13. bölümünde askerliğini yapmak üzere Ankara'ya Polatlı Topçu Okulu'ndaki askerî birliğine gidişini; 14. bölümünde Kastamonu'nun İnebolu ilçesi Gemiciler İlköğretim Okulu'nda Türkçe branşında asker öğretmen olarak görev yapmaya başlamasını; 15. bölümünde zamanın Kelkit Belediye Başkanı Adnan Aktaş'ın ölümü üzerine Kastamonu'dan kasabaya dönüşünü ve cenazeye katılışını; 16. bölümünde yazar, babasının kasabada fırını arkadaşından pahalıya alışını; 17. bölümünde Mustafa Karaman adlı bir avukatla tanışmasını ve ondan etkilenmesini; 18. bölümünde kasabada geçirdiği motosiklet kazasını, Kelkit Belediyesi adına bir gazete çıkarışını; 19. bölümünde nişanlılık günlerini, 20. bölümünde arabasına Cemalettin Kaplan'ın adamlarının çarpıp kaçmasını; 21. bölümünde "Kınalı Kuzu" adını verdikleri inekle geçen köy günlerini; 22. bölümünde gazetecilerle yaptığı Sadak Köyü gezisini; 23. bölümünde Kelkit Belediye Başkanı Rüknettin Karaman'la birlikte gerçekleştirdiği bir iftar ziyaretini; 24. bölümünde babasına köyde kerpiçten bir ahır yapmalarını; 25. bölümünde kasabada sahneledikleri bir tiyatronun hikâyesini; 26. bölümünde Ahmet adlı bir arkadaşının vefasızlığını; 27. bölümünde kanser hastası olan anneannesiyle olan hatıralarını; 28. bölümünde minik kızıyla olan anılarını; 29. bölümünde İstanbul'daki kardeşi Serkan'ın yanına gidişini; 30. bölümünde Volkan Konak'la ilgili bir festival hatırasını; 31. bölümünde yoksul bir kızın okulu bırakma öyküsünü ve belediye olarak ona yardım edişlerini; 32. bölümünde şair Dilaver Cebeci'yle olan bir telefon hatırasını; 33. bölümünde kasabadaki Dr. Hamit'le şiir sohbetlerini; 34. bölümünde Kuşakkaya'da yazdığı yazılardan dolayı siyasî baskılara maruz kalışını; 35. bölümünde siyasî baskılar yüzünden kasabadaki belediyedeki işinden ayrılışını; 36. bölümünde kasabalılardan Mehmet Amcanın karga düşmanlığını ve kendisinin öğretmenlik göreviyle Erzurum'a gidişini; 37. bölümünde Erzurum'daki ilk öğretmenlik yıllarına dair hatıraları; 38. bölümünde Erzurum günlerini ve bu şehri içselleştirişini; 39. bölümünde bir mitinge katılmak için Erzurum'a gelen Gümüşhane Belediye Başkanı Mustafa Canlı'yla olan hatıralarını; 40. bölümünde Erzurum'da görev yaptığı okulda yaşadıklarını; 41. bölümünde yine Erzurum'daki öğretmenlik hatıralarını; 42. bölümünde bir ekmek hırsızlığının yansımalarını; 43. bölümünde yaşadığı bir onur mücadelesini; 44. bölümünde pazarda tanıştıkları yaşlı bir teyzeyle müdürlüğünü yaptığı okulda öğrencisi olan Hatice ve Kerem'i; 45. bölümünde Gümüşhaneli usta şair Nurettin Özdemir'i, 46. bölümünde "Minik" lakabını taktığı sözde bir arkadaşının kendisini şikayet edişini; 47. bölümünde uzun yıllar sonra bir asker arkadaşının kendisini telefonla aramasını ve bir yılbaşı gecesi huzurevini ziyaret edişini; 48. bölümünde bir şehit cenazesinde yaşananları; 49. bölümünde çok sevdiği babasının hastalanmasını; 50. bölümünde kıymetli annesinin ölümünü; 51. bölümünde Türkiye Yazarlar Birliği kurucusu ve şeref başkanı D. Mehmet Doğan'ı; 52. bölümde geçen ömrün muhasebesini ve 53. (son) bölümde yazar Hirik geçirdiği beyin kanamasını anlatıyor.