Bir futbol takımı nasıl ayakta durur? Nasıl sahaya çıktığında rakibine “Ben buradayım!” der? Cevap basit: Omurgasıyla.

Tıpkı insan vücudu gibi bir takımın da ayakta kalabilmesi için sağlam bir omurgaya ihtiyacı vardır. Kalecisi güven verir, stoperi duvar gibidir, santrforu iş bitirir. Ama işin kalbi, ruhu, aklı… orta sahadır!

On numara ve ön libero. Bir takımın beyniyle kalbi. Futbolun modern dilinde biri yaratır, diğeri yıkar. Biri ilham verir, diğeri rakibin nefesini keser. Ve bu ikili, Trabzonspor’da uzun süredir eksik.

Geçen sezonun en büyük sancısı da buydu. Ne Mendy, ne Okay Yokuşlu, ne Cham, ne de Ozan Tufan bu yükü taşıyabildi. Takım sahada zaman zaman ne yapacağını bilemez halde kaldı. Çünkü bir maestro yoktu. Çünkü savaşan bir ön libero da yoktu. İşte bu yüzden oyun kopuktu, bu yüzden her maçta inişli çıkışlı bir grafik vardı.

Trabzonspor’un şampiyon olduğu dönemlere bir bakın.

Serdar Bali gibi saha içinde komutan olan, oyunun yönünü değiştiren bir on numara… Bekir Barçın, Güngör Şahinkaya gibi rakibi yıldıran, topa ve adama basan, orta sahayı kazanan ön liberolar… Ve son şampiyonlukta Marek Hamsik gibi dünya futboluna adını yazdırmış bir lider…

Bugün o boşluk hâlâ dolmuş değil.

Kalede Uğurcan varsa için rahattır. Defansta oturmuş bir yapı kurulduysa da gelecek için umut vardır. Ama orta saha? Maalesef hâlâ eksik.

Ligin başlamasına sayılı günler kala, yönetimin ve teknik heyetin en önemli gündemi bu olmalı. Bir oyun kurucu, bir yıkıcı. Yani bir "on numara" ve bir "ön libero" transferi şart. Bu transferler yapılmazsa, sezona yine eksik, yine dengesiz başlanır.

Trabzonspor taraftarı futbolun en iyi anlarındaki zarafeti de, savaş anlarındaki cesareti de sever. Hem estetiği hem mücadeleyi ister. İşte bu yüzden bu iki mevki hayati önem taşır.

Sayın yönetim, sayın teknik ekip; bu çağrıyı dikkate alın.

Trabzonspor’un yeniden zirveye yürümesi için önce orta sahasını güçlendirmesi, omurgasını sağlamlaştırması gerekiyor.

Unutmayın, Omurga yoksa başarı sadece bir hayal olur.

TRANSFER OFİSİ Mİ HAYAL FABRİKASI MI?

Yeni sezon kapıda. İlk etap kampı geride kaldı, Erzurum kampı da Pazar günü sona erdi. Ama Trabzonspor’da beklenen transfer hareketliliği hâlâ yerini bulmuş değil. Şu ana kadar yalnızca Onuachu, Pina ve Felipe Augusto gibi isimler kadroya katıldı. Peki, kalan eksikler ne olacak? Ligin başlamasına bu kadar kısa süre kalmışken, takım hâlâ birçok mevkide eksik. Ama garip bir şekilde, sosyal medya yıkılıyor: Her gün yeni bir yabancı futbolcu ismi. Kimine göre yıldız, kimine göre “kağıt üzerinde iyi.” Ancak mesele burada bitmiyor. Sosyal medya adeta transfer pazarı olmuş durumda. Gerçekliği sorgulanmayan, temeli olmayan isimler havada uçuşuyor. İnsan gerçekten şaşırıyor:

Bu kadar isim nereden çıkıyor? Bu kadar senaryo nasıl yazılıyor? Görünen o ki, bazıları bu işi hobi olmaktan çıkarıp mesaiye dönüştürmüş. İşin içine "etkileşim" ve "ticaret" girdiğinde, doğruluk, tutarlılık arka plana itiliyor. “Benim yazdığım tutsun da gerisi önemli değil” mantığı hâkim. Ne yazık ki, bu isim yazanlar izin bile yapmıyor! Her gün, her saat başı bir transfer iddiası… Kulübün resmi kaynakları suskunken, bazı sosyal medya hesapları teknik direktörün bile haberi olmayan transferleri açıklıyor(!). İşin acı tarafı, bu paylaşımların çoğu insanlar tarafından ciddiye alınıyor, hatta yönetime baskı kurmak için kullanılıyor. Oysa taraftarın görmek istediği şey; doğruluk, şeffaflık ve sağlam adımlar. Sosyal medyada isim yazanların hayal gücüyle değil, teknik heyetle, scout ekibiyle ve gerçek kulüp stratejileriyle hareket edilen bir süreç. Trabzonspor gibi büyük bir camia, bu tür bilgi kirliliğinin gölgesinde kalmamalı. Bu satırları yazarken tek bir amacım var: Gerçekten Trabzonspor’un başarısını isteyen herkesin, bu süreçte sabırlı ve bilinçli olması. Transfer meselesi, sosyal medyada en çok beğeni alan ismi yazmakla değil, sahada fayda sağlayacak futbolcuları takıma kazandırmakla çözülür. Yoksa bu gidişle sosyal medya, transfer ofisinden çok, hayal pazarlama merkezine dönecek gibi...

TRABZON’UN EVLADI, ANKARA’NIN YÜZ AKI

Hafta içerisinde Trabzonspor’un Tesisler ve Stattan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi, değerli iş insanı Coşkun Öztürk ile birlikte yolumuz Ankara’ya düştü. Başkentte gerçekleştirdiğimiz bu anlamlı ziyarette, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) Toplu Konut Projeleri ve Araştırma Dairesi Başkanı Sayın Ahmet Kutluğ Gayretli’yi makamında ziyaret ettik.

Trabzonspor’a olan sevgisini her fırsatta dile getiren Sayın Gayretli ’ye, Bordo-Mavili futbolcuların imzaladığı bu sezonki yeni forma hediye edildi. Bordo-Mavili takımın Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Öztürk tarafından takdim edilen bu armağan, sadece bir forma değil; Trabzonspor’un vefasının, dostluğunun ve minnetinin bir simgesiydi.

Ahmet Kutluğ Gayretli… Genç, vizyoner, çalışkan ve mütevazı bir devlet adamı. Sadece yönettiği dairenin değil, yüreğini koyduğu her işin hakkını veren bir isim. Bağlı bulunduğu birimler;

Etüt ve Proje Şube Müdürlüğü,

Statik ve Betonarme Şube Müdürlüğü,

Zemin Araştırma Şube Müdürlüğü,

Tesisat Şube Müdürlüğü,

Altyapı ve Çevre Şube Müdürlüğü

Onun liderliğinde ülkemiz için geleceğe iz bırakacak projelere imza atıyor.

Ahmet Başkan’ın kapısı TOKİ’de herkese açık. Sıcak tebessümü, samimi tavrı ve çözüm odaklı yaklaşımıyla her kesimden insanın gönlünü kazanan örnek bir bürokrat. Öylesine yoğun bir temposu var ki; deyim yerindeyse başını kaşıyacak vakti yok. Ancak buna rağmen, ne memleketi Trabzon’u ne de Trabzonspor’u hiçbir zaman unutmuyor.

İyi günde de, kötü günde de Trabzon’un ve Trabzonspor’un yanında dimdik duran bu yürekli insanı ayakta alkışlıyoruz. Ülkemizin böyle kültürlü, bilgili, alçakgönüllü ve üretken kamu görevlilerine her zaman ihtiyacı var.

Sayın Ahmet Kutluğ Gayretli’ye çıktığı bu zorlu ama bir o kadar da onurlu yolda başarılar diliyoruz. Yolun da bahtın da açık olsun. Trabzon’un yüreğinde yerin hep ayrı kalacak...

MALATYA’DAN TRABZON’A UZANAN DOSTLUK SOFRASI

Ankara ziyaretlerimizde rotamızı yine TOKİ’ye çevirdik. İlk durağımızda Daire Başkanı Ahmet Kutluğ Gayretli’yi ziyaret ettikten sonra, dostluğun ve samimiyetin adresi olan 4. kata yöneldik. Bu kez kapısını çaldığımız isim, TOKİ ailesinin sevilen yüzlerinden, Malatya’nın yiğit evladı, Şube Müdürü Yunus Emre Dönertaş oldu.

Yediden yetmişe herkesin saygı ve sevgiyle andığı Yunus Emre kardeşimiz, yoğun çalışma temposuna rağmen bizleri büyük bir içtenlikle karşıladı. Çalışma masasının etrafında biriken dostluk, kahkahalar ve sohbetle harmanlandı. Kalpten gelen sözler, forma rengine yansıdı…

Odada, hemşerilerimiz olan Jeoloji Mühendisi Hülya Zengin ile Jeofizik Mühendisi Hilal Zırıh Yüksel hanımefendiler de vardı. Sohbetin samimiyeti, Trabzon’un sıcaklığını, Karadeniz’in ruhunu taşıyordu. Bordo-Mavili renklere duyulan aidiyet, makamları aşan bir bağ ile kendini gösterdi.

Trabzonspor Tesisler ve Stattan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Öztürk, bu anlamlı buluşmada Yunus Emre kardeşimize, ismine özel imzalanmış Trabzonspor formasını takdim etti. O anda sadece bir forma değil, kardeşliğin ve sadakatin simgesi sunulmuştu. Bu güzel jesti gören Hülya ve Hilal hanımlar da forma taleplerini dile getirdi. Bordo-Mavili sevdanın gönüllerde ne kadar derinlere indiğini bir kez daha görmüş olduk.

Bu ziyaret, sadece bir anı değil, gönülden gönüle kurulan bağların bir yansımasıydı. TOKİ’nin içindeki bu sıcaklık, memleket sevdasını, takım aşkını ve dostluğu bir kez daha bizlere hatırlattı.

Devletin kademelerinde görev alıp, bir yandan öz değerlerine ve memleketine sımsıkı bağlı kalabilen bu kıymetli bürokratlarımızla gurur duyuyoruz. Yunus Emre Dönertaş’a, Hülya Zengin’e ve Hilal Zırıh Yüksel’e bu içten karşılamaları ve Trabzonspor’a olan sevgileri için teşekkür ediyoruz.

Renkler farklı olabilir ama gönüller aynı. Biz aynı toprağın çocuklarıyız, aynı sevdaya hizmet ediyoruz.

BİR ANNENİN GÖZYAŞLARINA KULAK VERİN

84 yaşındaki bir annenin gözyaşları…

Bir hastane odasında acı çeken evlat…

12 yaşında bir çocuğun babasız geçen günleri…

Ve bir ailenin yüreğini yakan sessizlik.

Bu sadece bir annenin değil, insanlığın vicdan sınavıdır. Her gün, elleri dua için semaya açılmış bir anne; “Oğlum ölmesin” diyerek yalvarıyor. Gözleri dolu dolu, sesi titreyerek sesleniyor:

“Oğluma selam olsun, dayan evladım.”

Hasta bir evlat, Murat Çalık… Tedavi edilmesi gereken bir hasta, ama bugün bir mahkûm gibi rehin tutuluyor. Yeri yurdu belli olan, kaçma ihtimali olmayan bu adam neden evinde tedavi göremiyor?

84 yaşındaki annesi her gün aynı duayla sabahlıyor:

“Oğlum tutuksuz yargılansın, tedavisi evde devam etsin.”

Bizim toplumumuzda bir söz vardır:

“Bugün bana, yarın sana.”

Bu, vicdanın ve adaletin özüdür.

Ama bugün, bir annenin feryadı yürekleri delip geçiyor. Herkesin bir annesi, bir evladı var. Bu annenin gözyaşları sadece Murat için değil, insanlık için, vicdanlar için dökülüyor.

“Evladımı kaybetmek istemiyorum” diyen bir annenin sözleri, yürekleri parçalıyor.

Bu zulüm, bu hüzün artık sona ermeli.

Unutulmasın: Zulmeden de, zulme göz yuman da aynı terazide tartılır.

Madalyonun bir yüzü bugün, diğer yüzü yarın çevrilir.

Sayın yönetenler, karar vericiler, yargı mensupları…

Bu annenin yüreğine bir su serpin. Bu adaletsizliğe dur deyin.

Murat Çalık tedavisine evinde devam etsin, adalet yerini bulsun.

Zulümle abat olunmaz; ama bir annenin duası, bir toplumu ayağa kaldırır.

Bu çağrıya kulak verin…

Bir annenin gözyaşı, adaletin en saf aynasıdır.

AKLINI TRABZONSPOR’LA BOZMAK

Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu’nda yine değişmeyen bir gündem vardı: 3 Temmuz süreci, şike iddiaları, Trabzonspor ve yıllardır kapanmayan hesaplar. Toplantının yıldızı bir kez daha Aziz Yıldırım’dı. Sahneye çıktı, yıllardır alıştığımız öfkeli üslubuyla konuştu.

Ne dedi Yıldırım? “Sen 3 Temmuz'da Fenerbahçeli için Ankaragücü ile Trabzon adına pazarlık yaptın. Senin konuşmaya hakkın yok. Sen hiç konuşma, başkaları konuşsun, Ali Bey konuşsun. Sen değil! Senin hakkın yok, otur! Sen lan otur! Mezeleyim durma beni!”

Bunlar sadece bir camianın iç tartışmaları olarak geçiştirilemez. Zira Aziz Yıldırım bu konuşmasında sınırı fazlasıyla aştı. “Devlet dinlemem, polis dinlemem, adalet dinlemem” sözleriyle sadece sporun değil, doğrudan devletin temelini oluşturan adalet mekanizmasını hedef aldı. Bu kabul edilemez.

Türkiye bir hukuk devletidir. Kimsenin adaleti kendi çıkarına göre eğip bükme hakkı yoktur. Mahkemelerin kararları hoşumuza gitmese de, onları aşağılamak, yok saymak kimseye düşmez. Bu ülkede yargı sadece salonlarda değil, toplumun vicdanında da yer bulur.

Hele ki geçmişiyle yüzleşmekten kaçanların, siyasi ya da sportif hesaplarını devletin kurumları üzerinden görmeye kalkması, hukuka değil, kişisel egolara hizmet eder. Şekeri çıkanın öfkesine değil, adaletin soğukkanlı terazisine kulak verilmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde hiçbir yapı kurulamaz. Herkes haddini bilmeli. Ve unutmamalı: Adaletin terazisine dil uzatanlar, gün gelir o terazinin önünde hesap verir.

KÖŞEDEKİLER VE DAYISI OLANLAR

Her sezon aynı senaryolar, aynı isimler, aynı hayal kırıklıkları... Türk futbolunda yıllardır değişmeyen bir düzen var: Liyakatin değil, bağlantının ön planda olduğu bir sistem. Sonuç? Takımlar düşüyor, umutlar sönüyor, taraftarın sabrı tükeniyor.

Sezon başında yüksek hedeflerle göreve gelen bazı teknik direktörler, birkaç kötü sonucun ardından istifa eder gibi yapıyorlar. Oysa perde arkasında yeni bir takımın kapısı çoktan aralanmış oluyor. “Dayısı” olan bir telefon açıyor, kulüp kapıları yeniden açılıyor. Kulüp başarıya mı gidiyor, yoksa uçuruma mı? Umursayan yok. Çünkü amaç, sistemin içinde kalmak.

Peki ya kenarda bekleyen, yıllardır altyapıda, 2. Lig’de, 3. Lig’de dişini tırnağına takan, gençlerle çalışan, sistem kuran, eğitim alan, kendini geliştiren teknik adamlar? Onlar sadece izliyor. Çünkü Türk futbolunda başarıya değil, bağlantıya yatırım yapılıyor.

Rahmetli duayen gazeteci Zeyyat Nemli’nin çok güzel bir sözü vardır:

"Takımını küme düşürmeden iyi antrenör olunmaz."

Ne kadar da doğru bir söz... Çünkü bu ligde iyi antrenör olabilmek için ya düşme korkusunu yaşayıp onunla mücadele etmiş olacaksınız ya da o ateşten çıkmış olacaksınız. Ama ne yazık ki bugün, takımını küme düşüren teknik direktörler elbise değiştirir gibi takım değiştirirken, gerçekten çalışkan ve başarıyı hak edenler kenarda beklemeye devam ediyor.

Sonra ne oluyor? Ligde yine aynı teknik direktörler, yine aynı takımlar, yine aynı sonlar... Değişen tek şey takım isimleri. Sahada futbol oynamıyor artık oyuncular, teknik direktörler pozisyon alıyor kulislerde.

Türk futbolunun çivisi çıktı mı? Evet, çoktan çıktı. Ama hala vakit var. Artık sahaya alın teri döken, yıllardır bu işi hakkıyla yapan antrenörleri çıkarmanın zamanı gelmedi mi?

Liyakat geri dönerse, başarı da döner. Aksi takdirde, bu kısır döngü içinde yıllar geçer, ligler değişir, ama Türk futbolunun gerçeği değişmez.