Daha geçen hafta yazdım, bu virüs adam seçiyor diye...
İroni falan yapmıyorum, gerçekten ne hikmetse virüs iktidarın düzenlediği hiç bir etkinliğe uğramıyor, ama muhalefetin içinde olacağı tüm etkinlikleri per perişan ediyor.
Öyle ki, Pazar günü 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları kısıtlamalıydı fakat bir gün sonra Reis Giresun’a gidince gördük ki, virüs yine etkileyici özelliğini kaybetmiş!
Mitingde halk omuz omuza, hatta Reis’in otobüsün üzerinden attığı çayları kapmak için avuç avucaydılar bile diyebiliriz.
Şimdi şöyle bir tarih taraması yaptım.
Önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var...
Hadi hayırlısı.
 
Konu Reis’ten açılmışken devam edeyim.
30 Ağustos Zafer Bayramı törenleri kapsamında Anıtkabirde de etkinlikler vardı.
Cumhurbaşkanı Anıtkabir’den çıkarken orada toplananların hep bir ağızdan “ Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan ” diye bağırmaları üzerine empati yaptım.
Sonuçta Reis de ilelebet yaşamayacak. Allah gecinden versin ama hepimiz gibi, bir gün o da ölecek.
Reis ölmüş, ve yerine misal, Mansur Yavaş Cumhurbaşkanı olmuş. Ve Reis’in ölüm yıldönümünde mezarına ziyarete gidilmiş ve oraya gelen kitle  “Mansur Yavaş, Mansur Yavaş” diye bağrışıyor...
Ne kadar çirkin bir durum!
Geçmişte sizi Emperyalist güçlerin elinden çekip alan bu ülkenin kurucusu Atatürk’ü seversiniz, ya da sevmezsiniz...
Ama orası bir mezar alanı.
Ve bizim dinimizde ölüye saygı vardır.
Biz ki araba ile mezarlığın yanından geçerken radyonun sesini kapatan bir halkız.
Biz ki mezarlığın yanından yaya geçerken gülüp, bağırıp, çağırmaz, saygı duyarız.
Anıtkabir’e gelen kitle Cumhurbaşkanımıza hayranlık duyabilir. Lider olarak onu çok da sevebilir.
Ama kabul edelim ki birinin mezarında, başka birinin adını bağırmak çok itici ve ilkel bir davranış.
Bu sahneyi Reis’e kim yaşatıyor, bu kurguyu kim düzenliyor bilmiyorum ama, büyük, çok büyük bir yanlış yapılıyor...
Çünkü, Reis’in bir ölüden rol çalmaya ihtiyacı yok!
 
ÖTV yani Özel Tüketim Vergisi...
2002 yılında Avrupa Birliği ile uyum çerçevesinde 4760 sayılı kanun ile kabul edilen vergi.
Olay şu: Almanya bir arabayı 15 bin Euro’ya imal ediyor. Üretiyor yani.
Ve o aracı 18 bin Euro’ya bize satıyor.
Biz de o araca 18 bin Euro artı vergi koyup 36 bin Euro’ya satıyoruz.
Almanya binbir emekle, teknoloji vs. ile ürettiği araçtan 3 bin Euro, Türkiye ise hiç bir şey yapmadan 18 bin Euro kazanıyor.
Mis gibi kar dolu bu ticaret sisteminde her şeyi geçtim de asıl ilgimi çeken detay, Avrupa Birliği ile uyum açıklaması...
İyi de madem üyesi değiliz. Olmayacağımız da muhakkak!
E biz üyesi olmadığımız bir birlik yüzünden neden bu kadar para ödüyoruz?
Bu  durum uyum çerçevesinde ise, uyumun kendisini gerçekten çok merak ediyorum.
 
Önce, Rusya ve Almanya açıklama yaptı. “ Covid-19 aşı denemelerini Türkiye’de ki denekler üzerinde yapacağız. “
Sonra Ana Akım Medya da sürekli gördüğümüz Prof. Dr. Necmettin Ünal “ Aşının bizde deneniyor olması büyük şans.” Dedi.
Tüm bunları dinleyince bende dedim ki “ Eskiden aşılar önce Afrika da denenirdi. Şimdi Türkiye de... Vay be!”
 
İspanya’ya tatile gittiğimde görmüştüm... Neredeyse her balkonda, her evde bayrak vardı.
Yunanistan keza öyle idi.
Amerika da.
Avusturya’nın milli bayramına katılmıştım. Şenliğe, katılımın fazlalığına, özenle düzenlenen eğlencelere inanamamıştım.
 
Bu ülkeler hep “ dıııjjj güçler “ diye aşağıladığımız ülkeler.
Bize sorsanız hep milli ve yerliyiz. Elalemi küçümseriz.
30 Ağustos Zafer Bayramı çerçevesinde Trabzon’da ki kurumları ve evleri inceledim uzun uzun. O kadar cılızdı ki zaferin sesleri. Koskoca sahil şeridinde günün önemine binaen ne evlerde, ne yollarda tek bir özen yoktu.
En azından eskiden camilere bayrak asılırdı.
Şimdi o da yok! Bakınız etrafınıza...Yok!
İlçelerin kaleleri var.
Onlarda bile Türk Bayrağımız yok!
Çok boşverdik bazı değerlerimizi...
Çok!