Trabzonspor devre arasına “idare ederiz” düşüncesiyle girerse, ikinci yarı sancılı değil, sancılıdan da öte bir çöküş olur. Çünkü bu takımın bazı bölgelerinde sadece formsuzluk yok, yetersizlik var.
Devre arası transferi artık bir tercih değil, mecburiyet.
Acilen üç yerli, üç yabancı…
Ama öyle “geleceğe yatırım” masallarıyla değil.
Direkt oynayacak, tartışılmayacak, formayı giydiği an fark yaratacak isimler.
Orta sahaya bakın…
Oulai, Folcarelli, Muci üçlüsü bozulduğu anda takımın dengesi yerle bir oldu. Gençlerbirliği karşısında Trabzonspor’un dağılması tesadüf mü? Hayır. Bu üçlü olmadan bu takım ayakta duramıyor. Alternatif yok, plan B yok, refleks yok.
Yenilen gollere tekrar bakın…
Adam paylaşımını bilmeyen, pozisyon bilgisinden uzak, formanın sorumluluğunun farkında olmayan oyuncular var.
Ve acı olan şu:
Bu formayı taşıyamayan çok futbolcu var bu kadroda.
Trabzonspor forması, herkesin sırtına geçirebileceği bir tişört değildir.
Bu forma ter ister, karakter ister, sorumluluk ister.
Sahada yürüyerek, izleyerek, seyirci kalarak bu arma taşınmaz.
Yönetim devre arasında radikal kararlar almak zorunda.
Bonservis beklemeden, zarar hesabı yapmadan, “elimde patlar mı” korkusuna kapılmadan…
Bu takıma yük olan kim varsa gönderilmeli.
Çünkü futbol bazen şunu söyler:
Zararı büyütmemek için, zarardan vazgeçersin.
Aksi halde ne olur?
İkinci yarı; tribünde homurdanma, sahada panik, kulübede çaresizlik…
Yani Trabzonspor’a hiç yakışmayan bir tablo.
Bu yenilgi bir maç kaybı değil.
Bu yenilgi, “Artık uyan” diyen bir tokattır.
Ve o tokat, nalına da vurmuştur…
Mıhına da…
BİR MAÇLIK MESSİ!
Vay be…
Göktan diye bir futbolcu varmış da biz bilmiyormuşuz!
Trabzonspor’a karşı oynadığı futbolla bir anda memleketin sevgilisi oldu. Top ayağına yapıştı, koşuları keskinleşti, özgüveni tavan yaptı. Sahada sanki yıllardır saklanan bir cevher değil, bir maçlığına Messi izledik.
Sonra ne oldu?
Mikrofonu uzattılar.
“Türkiye’de hangi takımda oynamak istersin?”
“Ben Beşiktaşlıyım, Beşiktaş’ta oynamak isterim.”
Eee…
Güle güle koçum.
Yolun açık olsun, hayrını gör.
Ama insan sormadan edemiyor:
Madem bu kadar iyiydin,
Madem bu kadar özgüvenliydin,
Madem bu kadar yetenekliydin…
Trabzonspor’da neredeydin?
Demek ki bazı futbolcular için motivasyon forma rengiyle geliyor.
Bordo-mavi olunca sıradan,
Rakip olunca yıldız…
Trabzonspor’da oynayamayan Göktan, bir maçta parladı diye futbolcu olunmuyor. Büyük takım futbolcusu, her hafta oynar. Büyük oyuncu, mikrofonu değil sahayı konuşturur.
Bir maçlık performansla efsane yazılmaz.
Bir röportajla da karakter çizilmez.
Ama şunu kabul edelim:
Vay be… Ne Göktanmış bu be!
Bir maçta Messi,
İlk mikrofonda başka takımda!
Futbol bazen yetenek işi değildir.
Çoğu zaman akıl, aidiyet ve süreklilik işidir.
HEPSİ YERLİNİN YERLİSİ
Bazı takımlar vardır; transferle büyür, parayla konuşur…
Bir de bazı takımlar vardır; alın teriyle yürür, yürekle ayakta durur.
Trabzon Büyükşehir Belediyesi Hentbol Takımı tam 6 yıldır Süper Lig’de.
Dışardan tek bir oyuncu yok.
Ne yabancı, ne devşirme…
Hepsi bu toprağın çocuğu, hepsi yerlinin yerlisi.
Kadrosunda 14 milli sporcu var.
2’si A Milli,
4’ü U20,
5’i U18,
3’ü U16…
Bu rakamlar istatistik değil, bir emeğin özeti.
Hedefleri büyük:
İlk beş, sonra Avrupa.
Ama yürüdükleri yol daha büyük.
Selim Karaağaçlı ve İsmail Haliloğlu…
Biri U18 Milli Takım’ın mimarı.
Biri A takımın başında,
İki isim, tek yürek…
Trabzon hentbolu yaşasın diye gece gündüz mücadele ediyorlar.
Ne acıdır ki,
Trabzon’a kendilerini bir türlü anlatamadılar.
Oysa bu şehir,
en çok kendi evladının mücadelesine yakışır.
Belki manşet olmazlar,
belki alkış az gelir… Ama bilin ki, bu takım kazanırsa sadece maç değil, bir duruş kazanır. Çünkü bu hikâyede, para yok, ithal yok… Sadece inat var, emek var, Trabzon var.
Formun Üstü GURBETTE KURULAN MEMLEKET SARIGERME’DE BİR TRABZON HİKÂYESİ
Bazı insanlar vardır; nereye giderse gitsin memleketini de yanında taşır. Valizinde fotoğraf yoktur belki ama kalbinde koca bir şehir vardır. Mustafa Sağlam işte onlardan biri…
Küçük yaşta çok sevdiği Trabzon’dan ayrılmak zorunda kaldı. Ekmek kavgası onu Muğla’nın Ortaca ilçesine, Sarıgerme’ye getirdi. Ama Trabzon, ondan hiç ayrılmadı. Ne aklından çıktı ne de yüreğinden. O da özlemini bastırmak yerine, özlemini inşa etmeyi seçti. Bugün Sarıgerme’de kurduğu Trabzon Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, yaklaşık 150 kişiye ekmek kapısı olmuş durumda. Altı küçük ama toplamda 500 yatak kapasiteli butik otel… Yetmezmiş gibi restoranlar, barlar, çarşı içindeki onlarca dükkân, tekstil ve inşaat yatırımları… Sahilde ise sadece kendilerine ait özel beach işletmeleri. Yani Mustafa Sağlam, Sarıgerme’ye sadece yatırım yapmamış; oraya bir ruh katmış.
Bu ruhun adı Trabzon… Otellerdeki odaların isimleri bile Trabzon’un mahallelerinden. İnsan kapıyı açtığında sadece bir odaya değil, bir hatıraya giriyor adeta. Köyceğiz–Sarıgerme hattında gezenler fark eder; Eren Bülbül Meydanı’ndan çarşıya adım attığınız anda Karadeniz’in rüzgârı eser. Sağlı sollu dükkânlar, hayatın içinden insanlar, tanıdık bir sıcaklık…
Ve Trabzonspor…
O 38 yıl sonra gelen şampiyonluk var ya… İşte o gün Sarıgerme, kelimenin tam anlamıyla karnaval yerine döndü. Bordo-mavi bayraklar gökyüzüyle yarıştı. Sokaklar, meydanlar, oteller… Her yer Trabzonspor’du. Sanki Avni Aker’in coşkusu, Papara Park’ın sevinci Ege’ye taşınmıştı. Mustafa Sağlam, Trabzon’dan uzakta olsa da memleketinin sevincini memleketi gibi yaşattı.
Bazı insanlar memleket hasretini türküyle giderir, bazıları dua ile… Mustafa Sağlam ise hasretini küçük bir Trabzon şehri kurarak dindirmiş. Pusulası Trabzon’u, rotası Trabzonspor’u gösterirken; dümeni Sarıgerme’de sabit. Bugün Sarıgerme’de gezen herkes şunu hisseder: Burası sadece bir turizm bölgesi değil… Burası, gurbetin ortasında kurulmuş bir memleket hikâyesi. Ve bu hikâyenin başrolünde, Trabzon’u kalbinden hiç çıkarmayan bir iş insanı var: Mustafa Sağlam.
KOLTUK DEĞİL VİCDAN TAŞIYAN ADAM
Bazı insanlar görev yapmaz, iz bırakır.
Trabzon’un en eski hastanelerinden biri olan Fatih Devlet Hastanesi’nde iki buçuk yıldır başhekimlik görevini sürdüren Çocuk Cerrahı ve Öğretim Görevlisi Dr. Alparslan Kapısız, tam da bu cümlenin karşılığıdır. Bir hastanenin yalnızca duvarlardan, koridorlardan ve tabelalardan ibaret olmadığını; insanla, emekle ve vicdanla ayakta durduğunu gösteren bir anlayışla geldi o koltuğa. Geldiği gün değişen şey tabelalar değil, bakışlardı. Kapılar ardına kadar açıldı, mesafeler kısaldı, dertler duyulur oldu. Çünkü o, yöneten değil; hisseden bir başhekim olmayı seçti.
Sağlık, rakamlarla değil insanla ölçülür. Kapısız da bunu bilir. Çalışanın yükünü görür, hastanın gözünün içine bakar. İmkânsızlıklar içinde bile “olması gereken” için uğraşır. Sessiz sedasız ama kararlı… Gösterişsiz ama iz bırakan bir duruşla. Koltuklar geçicidir. Âmâ vicdanla yapılan işler kalıcıdır. Fatih Devlet Hastanesi’nin duvarlarında değil belki, ama hafızasında bugün onun imzası vardır.