Trabzonspor, sahada puan kovalar, tribünlerde ise yürek arar oldu. Kazandığı maçlara rağmen, Akyazı tribünleri bir türlü dolmadı. Taraftar olarak hem başarı(şampiyonluk)istiyorsunuz hem de tribünleri doldurmuyorsunuz. Nasıl olacak bu iş? Ve Kayserispor maçının ardından, Teknik Direktör Fatih Tekke içini döktü… Kırgın değil belki ama sitemi derin… Sözü dolandırmadan söyledi:
“Biz 250-300 milyon avroluk takım değiliz!” Bu cümle, sadece ekonomik gerçeğin ifadesi değil… Aynı zamanda bir çağrı, bir uyarı, bir sitemdir bu şehirde yaşayan herkese. Bakın, Trabzonspor yalnızca top oynayan 11 adam değildir… O, bu şehrin inadıdır. Kızgınlığında sevda, umudunda gözyaşı gizlidir. Ama ne olduysa, tribünler küsmüş gibi. Sırtını dönen, yüzünü eksik bırakan bir kalabalık var artık. Fatih Tekke diyor ki: “Buranın tam dolu olduğu ambiyansta rakiplerin işi kolay değil. Bizim işimiz kolaylaşır. Taraftar bunu bilsin.” Yani diyor ki; Akyazı yalnızca beton değil, bir inanç duvarıdır. O duvar eksikse, bu takımın sırtı da açıkta kalır.
Biliyoruz… Zaman zaman umut kırılır, beklentiler boşa düşer. Ama bir kulüp yalnızca galibiyetlerle değil, dayanışmayla büyür. Tribün dolmadıkça başarı eksik kalır. Çünkü bu takım, parayla kurulmadı. Bu takım, yüreğiyle yürüdü. Fatih Tekke açıkça söylüyor: “Bir şeylerin oluşması bir anda olmuyor futbolda.” Haklı… Sabır, bu oyunun görünmeyen 12. oyuncusudur. Şimdi herkes şunu bilsin: Trabzonspor, milyarlık takımların arasında mücadele veriyor. Ama elinde paradan çok karakter var. Ayağında dünya yıldızları yok belki ama, yüreğinde bu şehrin isyanı var! Ve bu isyan, ancak tribünden güç alırsa sonuç verir. Çünkü bu takım, tribünle tamam olur… Yoksa eksik galibiyetlerin ve yarım sevinçlerin takımı olur. O yüzden şimdi söz sırası sizde ey Bordo-Mavili sevdalılar! Bu takıma küsülmez… Bu renkler unutulmaz… Bu stadyum boş bırakılmaz! Unutmayın: Yüreğiyle oynayan bir takıma, tribünleriyle sahip çıkan bir şehir yakışır! Ve o zaman belki de para konuşmaz, sadece inanç konuşur… Sadece Trabzon konuşur!
ERKEN ÖTEN HOROZUN SESSİZLİĞİ
Zaman, bazen aynaya bakmak gibidir...
Kimin sabrettiğini, kimin sabrını yitirdiğini orada görürsün.
Ve bu sezon o aynada bir takım var: Trabzonspor.
Sadece topa değil, önyargıya da direnen bir takım!
Hani birileri vardı…
Klavyesini silaha, cümlelerini kurşuna çevirip ekran başında zafer ilan edenler.
Daha sezon başlamadan hükmünü verenler:
"Bu futbolcu sakat."
"Öteki ceza yemiş."
"Diğeri tatile mi geldi?"
"Yönetim parayı saçıyor!" diye parmak sallayanlar…
En çok da Başkan Ertuğrul Doğan’ı hedef tahtasına koyanlar.
Oysa bilmezlerdi…
Bazı insanlar sessizliğini yutkunarak büyütür.
Ve zamanı geldiğinde konuşmaz; yaptıklarıyla cevap verir.
İşte şimdi o zaman!
Trabzonspor, 8 maçta 5 galibiyet, 17 puanla zirveye göz kırpıyorsa…
Bu sadece istatistik değil; sabrın, inadın ve alın terinin meyvesidir.
Bu, lafla değil, yürekle yazılmış bir hikâyedir.
Birileri konuştu, takım çalıştı.
Birileri yazdı, Başkan sustu.
Ama sustukça dik durdu,
dik durdukça doğrular kazandı.
Ve şimdi o çok konuşulanlar…
Formayı teriyle kutsayanlar.
Sakat dedikleri, sahada duvar gibi!
Ceza dedikleri, oyunu okuyor…
Dışlanan, yuhalanan, şimdi alkışlanıyor!
Ama herkesin unuttuğu bir şey vardı:
Futbol ekranlarda değil, yeşil sahada oynanır.
Ve o sahada hakem düdüğünü değil, yüreğini konuşturur bazen futbolcu.
Evet…
Belki hakem kararlarıyla çalınan puanlar var.
Belki bugün Trabzonspor liderdi, kim bilir?
Ama olsun!
Bazı yürüyüşler liderlikten öte bir onur taşır.
Ve bu takım yürüyor…
Kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın!
Şimdi bazıları susacak.
Bazıları başını öne eğecek.
Bazıları hâlâ bir şey anlamayacak…
Ama zaman, sabredenleri hep tebessüm ettirir.
Unutmayın:
Erken konuşan horozun sesi, yüreğiyle oynayan takımın ayak sesinde kaybolur.
Ve sezon sonunda herkes aynı gerçeğe bakacak:
Sabredenin bileği bükülmez, erken ötenin dili tutulur.
TRABZONSPOR EVİNDE ŞOV YAPTI
Trabzonspor, milli araya moralli girmek adına sahasında çıktığı Kayserispor karşısında adeta fırtına gibi esti ve sahadan 4-0’lık net bir galibiyetle ayrıldı. Mücadeleyi yerinde izledim ve söylemeliyim ki bu maç, sadece skoru değil, ortaya koyulan oyunla da gönülleri fethetti.
Öncelikle kalecimiz Onana’ya ayrı bir parantez açmak istiyorum. Özellikle ilk yarıda yaptığı kurtarışlarla adeta kalesinde devleşti. Kayserispor’un çok net pozisyonları vardı; ancak Onana, bu pozisyonların hiçbirine geçit vermedi. Sahadaki duruşu, refleksleri ve özgüveniyle maçın en dikkat çeken ismi olmayı başardı.
Savunmada ise Oulai'nin performansı izleyenleri mest etti. Hem hava toplarındaki hâkimiyeti hem de topu oyuna sokmadaki başarısı takdire şayandı. Bu sezon savunma hattımızda büyük bir güven kaynağı olduğunu bir kez daha gösterdi. Maçın ilk golü, orta saha direncini ve kalitesini ortaya koyan Okay Yokuşludan geldi. Ceza sahası dışından yaptığı klas vuruşla takımını 1-0 öne geçirdi. Bu golle birlikte hem takım hem de tribünler coştu.
İkinci yarıda ise duran top organizasyonundan bulduğumuz golle farkı ikiye çıkardık. Ardından gelişen etkili bir atakta Zubkov’un düzgün vuruşuyla skor 3-0’a geldi. Maçın son dakikalarında kazanılan penaltıdan Onuachu’nun topu ağlara göndermesiyle skor 4-0 oldu ve mücadele bu sonuçla sona erdi.
Bu galibiyetle birlikte Trabzonspor, sadece üç puanı değil, aynı zamanda moral ve özgüveni de hanesine yazdırdı. Taraftarın yüzü güldü, takımın enerjisi tazelendi. Maçın yıldızı hiç şüphesiz Onana’ydı; yaptığı kritik kurtarışlarla farkın açılmasını sağladı ve takımını ayakta tuttu.
Milli araya bu galibiyetle girmek büyük avantaj. Bu sezonki hedefimiz, ligi ilk üçte bitirerek UEFA kupalarına katılmak. İnancımız tam. Fatih Tekke’nin önderliğinde bu hedefe ulaşacağımıza yürekten inanıyorum. Bu yolda tüm Trabzonspor taraftarlarının takıma destek olacağından da hiçbir şüphem yok. Birlikte daha nice zaferlere! EFE KAAN ÖZTÜRK
GÖĞÜSLERİNDE YILDIZ DEĞİL HATIRA TAŞIDILAR
Geçen hafta Faroz’a uğradım. Deniz eski denizdi de, rüzgâr sanki başka şeyler anlatıyordu bu defa.
Kaldırımlarda yosun değil, eski maçların sesi birikmiş. Taşlara basarken, arkadan çocukluğum seslendi:
"Top bizde, kaleye geçme sırası sende!"
Faroz mahallesindeki kahvenin önünde İnandı Mustafa ile Vedat abiler sohbet ederken beni de yanlarına çağırarak önce selamlaştık.
Sohbet koyulaştı, mevzu döndü dolaştı geldi asırlık soruya:
"Trabzonspor kaç yılında kuruldu?"
Ben hemen yapıştırdım cevabı:
“1966...İdmanocağı, idmangücü Martıspor derken
Vedat ve yanındaki Mustafa(İnandı) abi yok dedi Martıspor, Karadenizgücü, İdmangücü birleşti.”
Vedat abi hafifçe başını salladı ama gözleri başka bir şey söylüyordu.
Sonra, yılların tozunu silkeleyen bir isim geçti masadan: Toto Salih.
Abimiz Toto Salih kim biliyor musun, yok abi nereden bileyim
Vedat’ınn babası…
Faroz’un top cambazı, ayağına top yakışan adamlardan.
İdmanocağı’nda başladı, İdmangücü’nde pişti,
Trabzonspor’un kırmızı beyaz formasını sırtına geçiren ilk sol açıklardan biri oldu.
“Babamın o formayla bir fotoğrafı var,” dedi Vedat abi.
Cebinden telefonunu çıkardı, geçmişe dokunur gibi ekranı kaydırdı.
İşte o fotoğraf!
Toto Salih, gençlik yıllarında,
Göğsünde armalı bir Trabzonspor forması…
Ve o armada… tam üç yıldız!
“Yahu,” dedim, “O yıllarda daha şampiyonluk yoktu ki… Bu yıldızlar da neyin nesi?”
Vedat ve Mustafa abi güldüler:
“O yıldızlar, 1996’da o üç takımın birleşmesini simgeliyor…
O an anladım ki bazı yıldızlar,
Kupayla, başarıyla, skorla değil…
Hatırayla, aidiyetle, alın teriyle parlar.
Üç yıldız…
Belki de o formaya sinmiş üç mahallenin ruhuydu:
Birinde beyaz bulutların üzerindeki sevdası,
Diğerinde mavi umutlar,
Ötekinde yeşil sahalara adanmış gençlik hayalleri…
Hepsi bir oldu, bir formada buluştu.
Adına Trabzonspor dediler.
Renkleri değişti, hayalleri hiç değişmedi.
Onlar sahada sadece top değil, bir şehrin gururunu taşıdı.
Bugün herkes yıldızları kupalarla sayıyor ya…
Biz yıldızları göğüste değil, gönlümüzde taşıdık.
Formayı değil, hikâyeyi giydik.
Kazanmak değildi tek hedefimiz, aidiyetti.
Ve unutma, yıldızlar sadece gökyüzüne ait değil…
Bazen bir mahallenin çocukluğunda,
Bazen bir babanın terli formasında,
Bazen de Trabzon’un yorgun ama onurlu geçmişinde parlar.
Sönmezler… Çünkü biz yıldızlara bakarak değil, yıldız gibi yaşayarak büyüdük.
KIRMIZI KALEMİN AFFI YOK
Her mahallenin bir hafızası vardır, bir de çınarları...
Trabzon’un yorgun zamanlarında, biraz deniz havası, biraz dost nefesi aradığımda soluğu Faroz mahallesinde alırım.
Gün gelir, şehir büyür, insanlar küçülür ama Faroz’un gönlü geniştir, hatıraları kalabalık… Uzun zamandır inmemiştim mahalleye. Özlemişim.
Bir hafta içi gününde yolum yeniden düştü bu eski dostlara.
Bir yanda Osman Çiğeroğlu, diğer yanda Ticaret Lisesi’nden hocam Mustafa Kemal Ergin... Mahallenin rektörü, tiyatronun emektarı Reşit Erte...
Ve bazen mühendis, bazen “Yimbir” diye çağrılan, hayatı şaka ile ciddiyet arasında yaşayan Ahmet Tamzaralı...
Bir çay içimi sohbet yetmez onlara.
İnsan sadece çay içmiyor o masada; hatıra yudumluyor, dostluk kokluyor.
Konu nereden açıldı bilinmez, ama laf döndü dolaştı, Ticaret Lisesi’ne geldi.
Reşit Abi, “Hatırlıyor musunuz Metin Karaalan’ı?” dedi gülerek. Mustafa Kemal hoca hemen devreye girdi, “O hikâye unutulur mu?” deyip başladı anlatmaya:
Yıl bilmem kaç...
Metin ile Ünsal aynı sınıftalar.
Ders Nebahat öğretmenin.
Sınavdan sonra Metin’e 1 gelmiş.
Metin, kara kara düşünüyor. Geçemeyeceğim diye içi içini yiyor.
Ama aklına bir cinlik geliyor. Sınav kâğıdında, siyah kalemle yazılan “1”in önüne, telaşla ve kırmızı kalemle bir “0” konduruyor.
Bakınca not “10” olmuş. Sevinçle “Ben geçtim!” diyor. Ama sevinci kursağında kalıyor. Çünkü Yalçın hoca olayı fark ediyor, idareye çağırıyor.
Ne kadar yemin etse de nafile... “Evladım,” diyor Yalçın hoca, “Siyah notun önüne kırmızı kalemle 0 yazılır mı hiç?”
Sonrası malum...
Disiplin kuruluna sevk edilen öğrenciler, bir de öğretmenin tokadıyla tanışıyor. Kahkahalar içinde dinledik bu hikâyeyi.
Ama o kahkahaların arasında, geçmişe özlem de vardı, eğitimin ciddiyeti de, mahallenin samimiyeti de.
Ama o 1’in önüne yazılan 0, hâlâ Faroz’daki sohbetlerde konuşuluyor.
Ve biz biliyoruz ki, o yıllarda kırmızı kalemin affı yoktu...
Ama dostluğun, hatıranın ve hocaların yeri her zaman başkaydı.
BOĞAZ BOĞAZA VİCDAN SUS PUS
Gözüm ekrana takıldı, Ne gördüm dersiniz? Yeşil sahalarda zarafetin değil, zaafın gösterisi… 75 milyon Euro’luk Osimhen denilen futbol kabadayısı, Beşiktaş formasının altında bir volkan gibi patlıyor. Ama ne hikmetse lavlar yalnızca rakibin boğazına akıyor! Ekran başında derin bir “oh olsun” çekenlerin sessizliği, adaletin kefesine konulmuyor. Çünkü formasının rengi siyah-beyaz olunca, bazıları için günahlar pastel tonlarda kalıyor. Eğer o boğaz boğaza gelme seremonisini bir Trabzonsporlu yapmış olsaydı…
Aman Allah’ım! Manşetler hazırdı: “Sahada Şiddet Skandalı!”, Yorumcular klavyesine sarılır, infaz mangası YouTube’da 5 dakikada dizilirdi. Ama şimdi? Bir köşede usulca geçen üç satır, üç maymunun taklidi: görmedim, duymadım, yazmadım! Adalet terazisi şaşmış, haksızlık mevsimi açılmış. Bu ülkede bazı formalar kutsal, bazıları günah keçisi. Bazıları ceza alınca "sporun doğası", bazıları alınca "ahlaki çöküş"... Sahi, nedir bu eşitsizlik? Birilerinin öfkesi ‘hırs’ sayılıyor da, diğerinin aynısı ‘suç’ mu ilan ediliyor? Ben buradan o koca koca suskun kalemlere soruyorum: Adaletiniz forma renginden mi besleniyor? Birini yüceltirken ötekini boğazlayan bu düzen, kimin vicdanında yer bulur?