Doğu Karadeniz’de halkı yöresinde, toprağında tutanların başında gelenlerden olan çay üretiminde bir sezon daha geride kaldı. Sektörün lokomotif ÇAYKUR ile birlikte 1985’de özel sektöre de açılan çay da çok derli toplu politikalar uyguladığımız söylenemez.
“Söylenebilir” diyenlere hatırlatacağımız da şudur:
“Maalesef kanunu bile olmayan bir üründün söz ediyoruz.”
*
Her ne ise, TBMM’nin raflarında tozlandırılarak çeyrek asırdır bekletilen bu kanunsuzluk ortamı, kolay işlere de (!) sebep olmuyor değil.
Tıpkı son günlerde çok sık sözü edilen, bizim de “Kulağımızın duyduğuna değil, gözümüzün gördüğünün yarısına inandığımız” için araştırınca, yapılma ihtimaline kanat getirdiğimiz, “ÇAYKUR’un özel sektörde bazı firmalara çay satışı” konusu var.
Bizim bildiğimiz, güzel işlerine tanıklık ettiğimiz ÇAYKUR Genel Müdürü buna izin vermez. Ama biz “Ne olur, ne olmaz” diyerek, yanlışı önlemek için yetkililerin “Kulağını su kaçıralım!”
*
Bu sezon 800 bin tona yakın kısmı Çaykur, 500 bin tonluk bölümü ise özel sektör tarafından alınan yaş çay yaprakları işlendi, siyah kuru çay haline getirildi ve depolara konuldu, satışı da sürdürülüyor.
Bu rakamlar üzerinden değerlendirme yapıldığında, ilk akla gelen özel sektörün önceki yıllara göre daha az yaprak alıp işleyebildiği, dolayısıyla üretim azlığıdır. Bu da özel sektörün yeni kampanya dönemine sıfır stok ile girmesi demektir. Bu da şunu getirecektir: Özel sektör önümüzdeki sezon çaya kaç lira verilirse verilsin, bu veya daha yüksek fiyattan yaş çay yaprağı alacak demektir.
Ancaaak; görünen bu tablo, şayet ÇAYKUR özel sektöre, hem de vadeli çay satar ise ortadan kalkabilecektir. Çünkü özel sektörün piyasaya vereceği çay Mayıs ayında bitmemiş olabilecektir. Piyasa dengesi bozulacak, üretici geride bıraktığımız sezonda olduğu gibi özel sektörün düşük fiyattan çay almasıyla karşı karşıya kalacaktır.
*
Bunun için, etkili ve yetkilileri uyarıyor, “Aman” diyoruz!
Bu işlere başka hesapları karıştırmayın!
Hele hele, bir de çay çöplerinden, glikoz gibi maddeler kullanarak yapılan imalatla tehlikeye düşürülen halk sağlığı var ki! Onu hiç sormayın.
Ama biline ki, onu da biz soracağız!
Onlardan, yani yok edilmesi, gübre yapılması gerekirken, kuru çaya dönüştürülen atıklardan, bunları satan ve kullananlardan adı ve adresi ile önümüzdeki süreçte sık sık söz edeceğiz.
Ama önce, şu ÇAYKUR’un özel sektör firmalarına çay satmasının önüne geçelim!
FINDIK FİYATI MI NE OLUR?
Kıyısından köşesinden değil, tam ortasından da içinde yer alıp, tüm kesimlerle hasbıhal eylediğimiz için olsa gerek şu sıralar, nereye gitsem en fazla karşılaştığım soru; “Fındık fiyatı ne olur? Artar mı? Azalır mı?” oluyor.
Zaten söz konusu fındık olduğunda, “Verim ve kaliteyi arttırarak kazanma” ile iştigal etme yerine, fındık fiyatını konuşmaya ayırma ile meşgul olduğumuz için sıkıntı çekiyoruz, ama bunu halâ anlamıyoruz.
Tıpkı bundan 14 yıl önce; “Doğu’da fındık 10 lira, batıda 20 lira” diye ifade ettiğimiz gerçeği çoklarının anlamaması gibi!
Halâ da aynıdır.
Her ne ise; uzatmayalım!
Kıssadan hisse diyerek, bugünkü ahval içinde fiyatın artıp artamayacağını, azalıp azalmayacağını soranlara Türk fındığını özellikle ihracat aşamasında damgasını vurmuş olan, geçmişin Oltan Gıda’sının ortaklarından, dış satım uzmanı Orhan Veli Oltan’ın bir toplantıda zikrettiği tespiti paylaşayım:
“Fındık yokuş yukarı bile yuvarlanır.”
HIZLI TREN, KARA GİBİ GELİR İSE…
Trabzon Mebusu Hasan Saka’nın (1885-1960), Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. Başbakanı olarak görev yaptığı (10.01.1947-9.01.1949) dönemde, gündeme getirdiği Trabzon’a demiryolu projesi yaklaşık 80 yıl sadece konuşuldu. Gereği de sadece vaat olarak kullanılıp bir türlü yapılamadı.
Biz de 80 yıldır bir türlü gelemediği için, sadece Orhan Hakalmaz’ın seslendirdiği “Kara tren gecikir, belki de hiç gelmez” türküsünü söyleyip durduk.
Bir yerlerden bir şeyler duyunca, türküye ara verip, kulak kabartıp, kara tren yerine hızlı treninin Samsun’dan hareket edip, Sarp’a varacağını duyduk.
Hani insanın; “Duyda inanma” diyesi geliyor ama…
Kaf Dağı’nın ardında olsa bile “Umudunu kesme” denir ya! Bizimkisi de o hesap. İnşallah bir 80 yıl daha bekleyip de, bu kez, “Hızlı tren gecikir, belki hiç gelmez” diye Orhan Hakalmaz’a farklı bir güfte sunmayız!
DÜNDEN BUGÜNE…
Trabzon bitecek!
Hali hazır, yani mevcut hali, “Teşvikte 5. Bölge” durumunda olmasına rağmen, hali-vakti yerinde, zevk sefa içinde, üretimin rekor, ortalama gelir milli gelirin kişi başına 15-20 bin dolar olduğu kabul edildiği için (!) “3.Bölgede tutulan” Trabzon için olup-bitenler adına söylenebilecek tek şey var: “Eski tas, eski hamam…”
*
Neden mi?
Bakın bundan 16 yıl önce, yani 20 Ekim 2009’da benzer bir durum için ne dile getirmişiz?
*
5084 değil; Trabzon bitecek!
5084 sayılı Teşvik Yasası 31 Aralık’ta sona eriyor. Devreye Bölgesel ve sektörel teşvik giriyor.
Daha net ifade ile mevcut işletmelerde prim ve vergi indirimi kalkıyor, yeni kurulacaklara bu imkân tanınıyor.
Bugünkü ekonomik şartlarda, yani bırakın yeni tesis kurulmasını, eskinin bile devam ettirilmesi zor hale gelmiş iken, 5084’ü de kaldırırsanız, işverenlere ya “sigortasız çalıştırın”, ya da “İşçileri çıkarın”, hat da, “işyerlerini kapatın” demek istiyorsunuzdur.
Dün gazetemizin manşetine taşındığı gibi, teşvik ile sigortalı olan 31 bin kişinin 20 binini ya sosyal güvencesiz, ya da işsiz bırakırsınız.
1500’ü aşkın işyerinden de en az 500’ünün kapanmasına vesile olmuş olursunuz.
Onun için, çözüm gayet basit: Şimdilik 1 yıl daha uzatın olsun bitsin.
Aksi takdirde, Trabzon bitecek…
KISSADAN HİSSE
Halk arasında, kimi zaman deyim, kimi zaman, atasözü, kimi zaman da kıssadan hisse olarak kullanılan sözler vardır. Kullanılır ama ne demek olduğu da çoğu zaman bilinmez. İşte bunlardan biri…
*
Gözünü toprak doyursun!
Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu. Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, "Oltana, ben buradayken ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim" dedi.
Biraz sonra oltaya takıla takıla, ortası delik bir kemik takıldı.
Hükümdar, "Ne yapalım, şansın bu kadar" diyerek, balıkçıyı alıp sarayına götürdü.
Adamlarına, kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti. Kemiği, terazinin kefesine koydular; öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları istiflediler ama kemik yerinden oynamıyordu.
Görünüşte, 4-5 altını zor tartardı. Fakat tahminlerin on misli üzerindeki altın dahi kemiği yerinden oynatmaya yetmemişti.
Bunda bir sır olduğunu anladılar.
Bir bilge adam çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular. Adam, kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra açıkladı:
“Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü doymaz. Ama bir avuç toprak bunu doyurur.”
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.