Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın son raporuna göre, her yıl 50 bin kadın, birlikte oldukları erkekler ya da aile üyeleri tarafından öldürülüyor.

Rakam büyük, ama aslında her biri bir hayat. Bir anne, bir kız çocuğu, bir öğretmen, bir doktor, bir komşu, bir umut.
Ve bu rakamların içinde bizim ülkemiz, Türkiye, her geçen yıl daha da kanayan bir yara hâline geliyor.

2025 yılının ilk dokuz ayında 366 kadın katledildi.
Yani her gün ortalama iki kadın.
Geceden sabaha, sabahtan akşama...
Birinin kalbi sustuğunda, bir diğeri çığlık atıyordu.
Birinin cenazesi kaldırıldığında, bir diğeri yardım çığlığı atıyordu.
Ama biz ne yaptık?
Yine sustuk.
Yine “Aile içi mesele” dedik.
Yine “Tahrik var” dedik.
Yine “Kıskandı” dedik.
Yine “Bir anlık öfke” dedik.

Peki ya kadının canı?
O “bir an” için mi yaşadı o kadın?
O “öfke” için mi büyüttü evladını, kurdu hayatını?

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2024 yılı, kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümlerinin en yüksek olduğu yıl oldu.
394 kadın cinayeti, 259 şüpheli ölüm...
Yani bir yılda 653 kadın, bu ülkede nefes alamadı.
653 hayat.
653 mezar.
653 sessizlik.

Bu kadınların yüzde 57’si kendi evinde öldürüldü.
Evet, evinde
Kendini en güvende hissetmesi gereken yerde üstelik.
Yani “yuvada”.
Ama o yuvalar, birer infaz odasına dönüştü.
Ve kadınların yüzde 71’i, ya eşi, ya babası ya da boşandığı erkek tarafından öldürüldü.
Yani “tanıdıkları” tarafından.
Yani “sevildikleri” tarafından.
Yani “korunmaları gereken” kişiler tarafından.

2024 “emekliler yılı” ilan edilmişti.
Emekli açlığa, sefalete mahkûm edildi.
2025 “aile yılı” ilan edildi.

Aile yılı dedikleri bu yılda, 366 kadın öldürüldü.
Madem her yıl bir şey ilan edeceksiniz, bari 2026’yı boş bırakın.
Çünkü bu ilanlar artık sembolik değil, ironik.
“Kadına şiddetle mücadele yılı” dediğinizde bile, o yıl daha fazla kadın öldü bu ülkede.
Sloganla değil, sistemle kurtulur bu ülke.
Kâğıt üstünde imzalanan “İstanbul Sözleşmesi” değil, hayata geçirilmeyen adalet korur kadınları.

Artık bu ülkenin kadınları, erkeklerin vicdanına emanet edilmek istemiyor.
Devletin adaletine emanet edilmek istiyor.
Bir kadını öldüren, hâlâ “iyi hal indirimi” alıyorsa,
Bir kadını döven, hâlâ “pişman oldum” diyorsa,
Bir kadın korunma kararı almasına rağmen öldürülüyorsa,
O ülkenin adaleti ölmüştür.

Ve adaletin öldüğü yerde, kimse güvende değildir.
Bugün kadın ölür, yarın çocuk, sonra insanlık.

Kadın cinayetleri “bireysel öfke patlamaları” değil;
toplumsal zihniyetin çürümüşlüğüdür.
“Kadın susacak, itaat edecek, tahammül edecek” denilen yerde,
Bir gün mutlaka kadın ölecektir.
Ve o ölüm, hepimizin suçudur.

Artık yeter…!
Yeter susanlar, yeter görmezden gelenler, yeter bahanesi olanlar.
Kadın cinayetleri kader değildir,
Kadınlar zayıf değildir,
Toplum güçlü değildir bana göre

Bu ülke cennet olabilir,
Ama kadınlar için cehenneme dönmüşse,
Hiçbir gelişme, hiçbir gurur, hiçbir sözün anlamı kalmaz.

Bir kadın daha eksilmesin.
Ama bu kez sadece slogan olarak değil;
hayatın ta kendisi olarak.