Malum her yıl olduğu gibi 17 Eylül tarihinde
Okullar eğitim ve öğretime açıldı.
*
Doğrusunu ararsanız okulların açıldığını bilmiyordum.
Ama evimden 500 metre uzaktaki okulun hoparlörden haşmetli  seslerle çocukları; 
Sürekli buyurgan
Azarlayan,
Hatta yıldırgan seslerden anladım!
*
Sabah sabah adam sanki yumurta yemiş,
Ses müthiş.
“Oğlum, sen sen!
Napıyorsun orda?
Sana diyorum kızım!”

Evet daha ilk gün,
Ama adeta savaş gibi.
Savaş meydanındaki naralar gibi...
“Size,
İstemeseniz de, 
İstediklerimizi  öğreteceğiz ulan” 
Dercesine bir tavır buldum o seste ve içerikte.
*
Yahu daha bismillah!
Daha ilk gün.
Bir tatlı söz,
Bir şefkatli ifade olmaz mı?
*
Ben 500 metre öteden,
hem de balkona çıkmadan,
Evimden duydum ve fena halde rahatsız oldum. 
*
Ya o öğrenciler.
Kelebek Filmindeki o meşhur esir sahnesi gibi…
Yapmayın!
Bu yaklaşımla değil öğretmenlik,
Çobanlık yapılmaz.
*
Evet, görün ve duyun!
Camilerde Hocalar ve okullardaki öğretmenler;
Lütfen,
Yalvarıyorum…
Dilinizi ve üslubunuzu düzeltin artık!
*
Okullarda öğrenim için gelen gençlere ve Allahın emrini eda etmek için camiye gelen müminlere
İyi davranın,
Bağırmayın lütfen.
*
Kaldı ki,
Bağırmak maharet değildir.
Nezaket,
Sevgi ve sabırla; 
İlimi/irfanı bilimi öğretmektir hoca olmak,
Öğretmen olmak.

42. SERGİ VE İSTANBUL

Evet değerli okular, 
Yaklaşık bir aydır Taka Gazetesi,
Birinci sayfadan Karikatürsüz,
Faroz Mizah sessiz ve köşe yazılarım suskundu.
*
Zira yoğun temponun yorgunluğu dinlenmeyi gerektirmekteydi.
Bunun için de izin ilaç gibiydi.
Ancak,
İzne ayrılırken Genel Yayın Koordinatörümüzle anlaşmıştık.
“Her yıl olduğu gibi bu yıl da beni çağırmazsın artık” diye dokundurduğumda,
Sevgili Turgut,
Evet, söz çağırmayacağım.
İznini ağız tadıyla yap,
Kafana göre dinlen
“dedi.
Ama gel gör ki,
İznimin bitmesine daha 8 gün varken,
Üstat,  “Gel Harun Bey! 
Dinlenmişsindir artık
” demez mi?
*
Aslında gazetecilik tam da böyle bir şey,
Ayrıca kullanılan izin de süre itibariyle bir ay oldukça fazla.
Zira gazeteci çok da dinlenmemeli.
Yoksa gündemden kopuyor.
Öyle ya,
Memlekette nice yazılacak/çizilecek mevzular var…
*
Bu arada 42. Kişisel Karikatür Sergimi Gazetemiz "Taka" Adına İstanbul’da gerçekleştirdik.
Hatta İstanbul’da ilk sergim olması da benim için önemliydi.
Ancak anladım ki, 
Ekonominin başkenti İstanbul’da,
Trabzonlu hemşerilerim için  sanat çok da mühim değildi.
Belki şaşıracaksınız ama Trabzon’umun sanata olan duyarlılığını doğrusu hiçbir ile değişmem.
*
Hani öyleyiz/böyleyiz ama,
Bir sanat damarımız var ki, 
Mukayese edilemez.
*
Diğer taraftan etkinlikle ilgili ufak tefek sorunlar oldu.
Olabilir.
İnsan en sevdiği evladının düğününde de nice istem dışı hatalar yapıyor.
Burada da olmuştur.
Hatta oldu bile.
Ama tepkiler oransız ve insafsız olmuştur.
*
Tabi ki ben de bu etkinlikte,
"Belediyelere saray alanı kadar yer tahsis edilirken, 
40 yıllık karikatür sanatçısını 40 yetimle bir mağaraya tıkar

Gibi bir duruma düşürmemek lazım" derim.
*
Bütün temennim,
Bir sonraki organizasyonlarda,
Sanatı ve sanatçıyı daha prestijli ortamlarda halkıyla buluşturmaları olmasıdır.
*
Bu arada,
Trabzon Etkinliklerini yapan, 
Trabzon Dernekleri Başkanı İsmail Şatıroğlu’nu ve ekibini ve
Trabzon sorumlusu Mustafa Durmuş'u,
Olumlu,
Uyumlu ve
İiyi niyetlerinden ötürü kutluyorum.
Gerisi laf-ı güzaf.

CEPSAYAR

Cepsayar bence cep telefonunun adı olmalı.
Öyle ya, 
Cebe giren telefona, cep telefonu demişiz. 
Doğru da demişiz.
*
20 yıl önce kablosuz/kordonsuz telefon icat edildi, 
Önce takoz gibi elimizde taşıdık. 
Sonra cebimize girecek kadar küçüldü.
Onunla da kalmadı,
Telefon olmaktan çok bir bilgisayara dönüştü.
Bu özelliği ile sosyal medya diye bir kavram dahi gelişti.
Öyle ya,
Tak diye objeyi görselliyor,
Şak diye sayfana atıyor,
Sonra anında dünya görüyor…
*
Hem de yüksek pikselli görseller.
Ve o görseller üzerinde photoshop programları.
İnternetler.
Binlerce maharetler…
Ama adı yine de cep telefonu.
Hayır!
Bu cihazın adının cep telefonu değil,
Cepsayar olmasını Türk Dil Kurumuna öneriyorum.

TUTTİ VURDİ 3-0 

Evet, Rizespor Fenerbahçe’ye net bir skorla galip geldi.
Yani 3 golle 3 puanı aldı.
Hem de deplasmanda.
“Canım ne deplasmanı, Maç Rize’de oynandı” diyorsanız;
Biliyorum.
Ama maçın Rize’de olması ne fark eder.
Rizeli ful Fenerbahçeli.
*
Demek istediğim o ki,
Ne Fenerbahçe,
Ne öteki, 
Ne de beriki.
Her kent, 
Kendi takımının taraftarı olursa, 
İşte o kent insanları da bir gün mutlaka büyük bir takımın taraftarı olabilirler.
Kaldı ki,
İstanbul’un Fener’inden Rizeliye ne;
Söndür gitsin!


ESARETİN BEDELİ
 
Amerika Birleşik Devleri Başkanı Trump Suudi KralI Selman'a,
"Biz olmazsak iki hafta bile iktidarda kalamazsın" diyor.
Yani "Ona göre gör beni " diyor...
Yani "Yoksa halin haraptır" diyor...
Yani "Ben varsam sen de orada Kralsın" diyor...
Var mı bunun başka izah tarzı?
*
Evet,
Amerikancı ve hatta  esir Suudi ailesi yönetiyor  Suudi Arabistan'ı.
Sırf o koltukta kalabilmek için o da ha bire,
ABD'ye ödün veriyor.
Rüşvet veriyor...
*
İşte bu Amerikancı ailenin  İslam anlayışı,
Kabe'nin karşısına o hayasız gökdelenleri diker.
Diğer Müslümanların sefaletini,
Zülüm karşısındaki hallerini görmezden gelir.
Hem de zevk-u sefa içinde daha ölmeden cenneti yaşarken...
 *
Onun içindir ki,
Bunların derdi İslam değil,
Kendi sefaları ve  Amerika'nın rızasıdır bütün  amaçları...
*
Bunlar bu halleriyle İslam'a çok büyük zarar vermektedirler.
Sözde İslam görünümlü
Beyaz giysili kara zihniyetli zebanidir bunlar.
İşte, "Biz olmazsak iki hafta iktidarda kalamazsınız"
Diyerek kralın aslında bir esir olduğunu hatırlatmakta
ve  yeni rüşvetler istemektedir bu tüyü bozuk.
*
Diyen ne güzel demiş;
"Dinsizin hakkından imansız gelir"
 
SEVMEZLER
 
Eğer batılılar kadar temizliğe önem vermez isek,
Haklı olarak onlar bizi sevmezler.
Ülkemize de gelmezler.
Zira umumi tuvaletlerimizin hali ortada.
İnsan gördükçe midesi ağzına geliyor.
O halde turist niye gelsin?
*
Eğer  onlar kadar zarif değilsek,
Kaba/saba tavırlar içerisinde isek,
Adamlar canlarını yolda bulmadı ya,
Niye gelsinler?
*
Şayet güven telkin edememiş isek,
Samimiyetsizliğimiz sırıtır hale gelmiş ise,
Yapacağı alışverişten aldatıldığını düşünecek ise,
Neden ülkemize gelsinler?
*
Ülkemize gelene saygı göstermiyor  isek,
Oldukları gibi kabul etmiyor isek.
Dilimizle,
Bakışlarımızla,
Onları
Taciz ediyor,
Hatta aşağılıyor isek,
Neden ülkemize gelsinler?
*
Çevremizi,
Doğamızı fena halde kirletmiş isek.
Öksürüp/aksırıp yerlere türüyor isek, 
Günlerdir yıkanmayıp pis pis   kokuyor isek.
Dişlerimizi en az günde bir kere fırçalamıyor,
Ağzımız soğan sarımsak kokuyor ise,
Kirli ve pasaklı isek,
Neden gelsinler ki ülkemize.
*
Ayrıca,
Uçana kaçana sövüyor isek.
Tartışmayı bilmiyor,
Karşımızdakini öldüresiye dövüyor isek.
Trafikte hak ihlalleri yapıyor isek.
Yürümek için kaldırımlarımız yok ise,
Niçin gelsinler ülkemize?
*
Gelmezler.
Gelmeyecekler.
Ama Araplar gelir işte.
Çünkü onlardan temiziz diye gelirler.
Onlardan daha az kurnazız diye gelirler.
Onlardan doğaya karşı daha az istilacıyız diye gelirler.
Lakin  batılılar gelmez işte.
Gelmeyecek.
Hani haksız da değiller yani.
 
FIKRA

Temel kahvenin bir köşesinde kendi kendine söyleniyor. Arada bir gülüyor.
Arada bir de hatırladığı bir şeyi boş vermek istermiş gibi elini yukarıya doğru kaldırıp indiriyormuş. Arkadaşları merak etmişler :
- Yahu Temel sen sabahtan beri konuşarak gülüyorsun. Niye?..
Temel cevap vermiş :
- Kendi kendime fıkra anlatıyorum.
- Peki ara sıra elini yukarı kaldırıp indiriyorsun o ne demek?
- Yahu bildiğim fıkra aklıma gelirse onu geçiyorum.