Yıllardan beri deprembilimciler (jeologlar) tarafından Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu söylenir durur. Fakat yetkililer buna rağmen yerinde ve zamanında önlem almakta gevşek davranırlar. Buna gaflet mi yoksa daha ötesi bir şey mi demek lâzım, bilemedim.

Senelerdir televizyon ekranlarında, gazetelerde ve sosyal medyada avaz avaz bağıran deprem bilimcilerin (jeologların) söyledikleri hep doğru çıktı. Tüm bu yaşanılanlar, bu sözlerin bir çeşit sağlaması hükmündeydi. Ama olan, neticede milletimize ve insanımıza oldu.

Mademki deprem bizim bir anlamda kaderimiz, o zaman onunla barışık yaşamaya, ona karşı gerekli tedbirleri almaya çalışmalıyız. Lâkin daha düne kadar deprem gerçeğini çabuk unutmuş bir hâlimiz vardı. Yine müteahhitler bildiğini okuyordu, kontroller yetersizdi.

Depreme karşı aslında o kadar da çaresiz değiliz. Yapmamız gerekenler eksiksiz olarak yerine getirilse en az zayiatla işin içinden çıkabiliriz. Onun için öncelikle yerleşim bölgelerinin zemin etütlerini yaptırarak, yerleşim alanlarını bilimsel bir bakış açısıyla ve titizlikle belirlemeliyiz. Binaları deprem etkilerine karşı dayanıklı yapmalıyız.

Ömrümüzü geçireceğimiz, canımızı içinde saklayacağımız evi alırken dikkatli olmalıyız. Çok ucuz evlere şüpheyle yaklaşmalı, bunlarla ilgili olarak da bir ön araştırma yapmalıyız. Çünkü böyle evler belli ki sağlam değildir, malzemeden çalınarak yapılmıştır. Fakat her pahalı evin de sağlam ve depreme dayanıklı olduğu söylenemez. Bu, tek başına bir ölçü değildir. Paranızla aldığınız evin mezarınız olmaması için alınması gerekli acil önlemler öncelikle ve özellikle alınmalı,  bu hususta daima uyanık olunmalıdır. Deprem riski zihnimizden silinmemelidir. Her an bu afete karşı hazırlıklı ve uyanık olunmalıdır.

Dünyada deprem ülkesi sadece biz değiliz şüphesiz. Japonya bizden çok daha büyük bir deprem riski altındadır. Fakat onlar buna uygun bir inşaat teknolojisi geliştirmişlerdir. Bizler de söz konusu hadiseye onlar gibi makul ve mantıklı yaklaşmalıyız. Bu hususta bilimi rehber tayin etmeliyiz. Allah ülkemizi deprem gibi büyük afetlerden korusun.

İslâm inancının bir gereği olarak, her canlının rızkının Allah’ın teminatı altında olduğuna inanılır. Bu yüzden hiçbir Müslüman rızık endişesi taşımaz. Öte yandan vermenin çoğalma vesilesi olduğu düşünülür. Hiç kimse vermekle fakir, saklamakla da zengin ol(a)maz.

Yardımlaşmayı ve dayanışmayı en büyük değerlerden biri olarak gören bir neslin evlâtlarıyız. Ecdadımız olan Osmanlı, insana büyük değer veren bir anlayışa sahipti. Her şey insan içindi Osmanlı’da. İnsan ve insaniyet merkezli bir idare anlayışı söz konusuydu. Ecdadımız “Komşusu açken tok gezen bizden değildir” hadisini iyi etüt ederek ona göre davranmışlardır. Karakteri sağlam ceddimiz, kuşları ve topal leylekleri bile hesaba katan ve onların hayatlarını nasıl devam ettireceklerini düşünüp gereğini yapan bir vicdana sahipti.

Bir ferdi olmakla onurlandığımız yüce dinimiz İslâmiyet, yardımlaşmaya çok önem vermiştir. Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Bunun yanında zenginlerin mallarının kırkta birini fakirlere dağıtması da İslâm’ın yardımlaşmaya verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır. Böylesine güçlü bir paylaşma, İslâm dışındaki hiçbir dinde ve felsefî gelenekte yoktur. Üstelik verirken işine yaramayanı değil, en çok sevdiğini vererek fedakârlık yapacaksın. Müslümanların düşkünlerini bir yük olarak değil, sevaba götüren bir merdiven olarak göreceksin. Böylece zenginle yoksul arasında çekemezlik değil, bir sevgi ve muhabbet hâsıl olacak.  Neticede Müslüman zenginler fakirleri, fakirler de zenginleri hor görmeyecek.

Başta Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman olmak üzere Malatya, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Kilis ve Şanlıurfa'yı acı ve hüzünlere gark eden 6 Şubat depreminde on birlerce canımızı kaybettik. Çocuklar yetim ve öksüz kaldı. Öte yandan evlâtlarını kaybeden anne ve babaların gözyaşları ırmak olup aktı.  Bazı ölümlere vazifelerini yapmayan, gözünü para hırsı bürümüş insanların ihmalleri sebep olsa da büyük resme baktığımızda "Allah verdi, Allah aldı." demekten başka çaremiz yok. Merhum şair ve mütefekkir Seyyid Ahmet Arvasi'nin bir şiirinde söylediği gibi “Emir geldi en güzelden,/Üzüntü bize post oldu./Takdir edildi ezelden,/Musibet bize dost oldu./Kim kaçabilir ecelden?/Bak tedbirler alt üst oldu.” Adeta bir kıyameti andıran bu büyük ve dehşetli depremde hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, yakınlarını kaybedenlere de sabırlar diliyorum.