Futbol bazen sadece bir oyun değildir. Bazen bir haykırıştır, bir başkaldırıdır. Sadece paslarla, gollerle değil; yürekle, sabırla, haysiyetle oynanır.

Trabzonspor işte tam da bunu yapıyor. Bir sistemin gölgesinde bile olsa, kendi ışığını yakmaya devam ediyor. Belki Barcelona gibi oynamıyor, belki rakibini ezip geçmiyor…
Ama ayakta kalıyor. Ve bazen bu, galibiyetin en asil halidir.

Üç maç, üç galibiyet.
Ama sayıların anlatmadığı şeyler de var:
Üç hakem hatası… Üç görmezden gelinen adalet arayışı.
Ve her düdükten sonra, bir kulübün susarak haykırması...

Trabzonspor, rakiplerini değil; oyunun kendisini yeniyor.
Çünkü bu takım, sadece topun değil, vicdanın peşinde koşuyor.
Onlara “biraz da şans” diyenler var.
Ama kimse şunu söylemiyor: Bu takım, şansı da kendi elleriyle yaratıyor.

Ve şimdi önümüzde bir maçtan fazlası var: Samsunspor karşılaşması...
Bir deplasman değil bu; Bir kimlik sınavı, bir onur testi.

Fatih hoca, Şunu demem lazım; normalde hakemlerle alakalı konuşan biri değilim. Ama birkaç haftadır hissettiğim şeyler var, hoşuma gitmiyor. Sadece koku. Koku hoşuma gitmiyor.

Hakemler hata yapabilir, insandır… Ama bazı hatalar vardır ki, sadece sonucu değil, adaleti sakatlar. Unutmayın; adalet bir maçta kaybedilmez, ama bir sezonda kaybolur. Trabzonspor bugün sadece maç kazanarak ilerlemiyor. Kendi yolunu çizen bir kulüp inşa ediyor. Direnen, susmayan, eğilmeyen bir kulüp... Çünkü bu forma, terle değil; yürekle ıslanır.
Ve Karadeniz’in çocuğu bilir: Adalet gecikir, ama susmaz.

YILDIZLAR YÜREKTEN DOĞAR

Transferin son düzlüğüne girilirken, geceler Trabzon’da biraz daha uzun…
Işıklar geç sönüyor, umutlar erkenden uyanıyor.
Çünkü bu şehir, sahaya yalnız 11 oyuncu değil, bir karakter koyar.

Trabzonspor yönetimi susuyor, ama o suskunlukta çok şey söylüyor aslında…
Çünkü bu kulüp, sadece isimle değil, iz bırakacak adamlarla yürümek ister.
Her adı geçenle fotoğraf vermek kolay… Ama her fotoğraf, hikâye taşımaz.

Roma’dan esen rüzgâr, Pellegrini adını savuruyor Karadeniz’e.
Manşetler ısınıyor, sosyal medya ateş içinde…
Ama Trabzonspor, ateşe koşan kelebek değil.
O, ışığın kaynağını arayan yüreklerin kulübüdür.

Fatih Tekke sessizce izliyor, gözleri kısık…
Bir bakışıyla oyuncunun karakterini ölçen adamdır o.
Çünkü bilir ki, forma terle değil, aidiyetle ıslanmalı.

Trabzonspor formasını giymek, bir sözleşme değil, bir yemin meselesidir.
Yalnızca yetenekle değil; yürekle, dirençle, vakarla taşınır o arma.
Ve bu şehir bilir:
Yıldız olmak, geceyi aydınlatmak değil; karanlıkta kaybolmamaktır.

Pellegrini gelir mi, bilinmez…
Ama Trabzonspor, hiçbir zaman yalnız transfer yapmaz.
O, kendine yakışanı seçer; yıldızı değil, adamı arar.

Çünkü bu topraklar bilir:
Gerçek yıldızlar, gökyüzünden değil, yürekten doğar.

TIRNAKLARIYLA KAZIYAN ADAM; NİHAT DEMİR

Bazı insanlar vardır, futboldan milyonlar kazanır...

Bazıları da top peşinden koşarken, hayatın tokadını suratında hisseder.

Ama asıl mesele; yere düşmek değil, yerden kalkmayı bilmektir.

İşte tam da bu noktada karşımıza çıkar Nihat Demir...

Trabzon’un sessiz sedasız efsanelerinden biri!

Her Trabzonlu çocuk gibi onun hikâyesi de top peşinde başlar.

Trabzonspor altyapısında kaleci olarak giydiği eldivenler, onun hayal dünyasının kapısını aralar.

Sonra Doğanspor... Sonra İdmangücü...

Fakat hayat, her zaman adil değildir.

Bir sakatlık, genç bir kalecinin umutlarını sağ ayağının dibinde bırakır.

Ama işte Nihat Abi'nin farkı tam da burada başlar...

Kimi “şanssızlık” der, kimi “kader” der geçer.

O ise “şimdi başka bir kaleyi koruma zamanı” diyerek çıkar yola.

Sebat Gençlikspor’un efsane başkanı rahmetli Aslan Kalıntaş’ın iş yerinde çalışmaya başlar.

Kimseye sürtüşmez, kimseye sitem etmez...

Tırnaklarıyla kazıya kazıya, her merdiveni alın teriyle çıkar.

Bugün geldiği nokta mı?

Trabzon’un sayılı iş insanlarından biri…

Ama hâlâ o mütevazı duruş, o samimi gülümseme, o Trabzonluluk damarlarında!

Sadece iş dünyasında mı var?

Hayır!

Trabzon Büyükşehir Belediyespor Hentbol Takımı'nın başkanlığını yapar.

Trabzonspor’un pilot takımı 1461’in asbaşkanlığını üstlenir.

Ve unutulmaz o kupa yolculuğu…

1461, onun yöneticiliğinde önce Galatasaray’ı, sonra Fenerbahçe’yi Türkiye Kupası’ndan saf dışı bırakır.

Saha dışında da aslanlar gibi mücadele eden bir Trabzonlu!

Zaman akar, ama Nihat Abi spordan kopmaz.

Bugün Trabzonspor Divan Kurulu'nda önemli bir görev yürütüyor.

Dik duruşuyla, tecrübesiyle...

Geçtiğimiz günlerde, Trabzonspor Tesisler ve Stadlardan Sorumlu Yönetici ve iş insanları Coşkun ve Mustafa Öztürk’ün bürosunda karşılaştık.

Yanında dünürü Muhammed Öztürk vardı.

Eskilerden, amatör maçlardan, toprak sahalardan bahsediyorduk.

Söz döndü dolaştı, Trabzonspor’un Antalyaspor maçı hazırlıklarına geldi.

O an fark ettik ki; biz sadece geçmişi değil, geleceği de onun gibi insanların taşıdığı değerlerle inşa ediyoruz.

Nihat Demir, sadece bir isim değildir.

O, bir karakterdir.

Bir duruşun, bir mücadelenin, bir Trabzonluluğun adıdır.

Bazen eldiven takarsın, kale savunursun…

Bazen takım elbise giyer, hayata meydan okursun!

Ama her zaman, yüreğini ortaya koyarsın!

GÖZTEPE LİG’DE OLMAZSA BEN TRABZONSPORLUYUM

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada denk geldim...
İpek Özbey'in programında, ekran karşısında yıllardır kalemini kıskanarak okuduğum meslektaşım, dostum Yılmaz Özdil var.
Yanında bir başka değer: Eski kalecimiz, gönlümüzün duvarı Mustafa Özbay’ın kızı… Ne güzel bir tablo.

Muhabbet, laf lafı açıyor. Sunucu, tebessümle bir çıkış yapıyor:
“Ben sizi Galatasaraylı biliyorum.”

Özdil’in cevabı net. Cümle kısa, duruş uzun: “Ben Göztepeliyim. Göztepem Süper Lig’de olduğu için çok şükür. Göztepe Süper Lig’de olmazsa ben Trabzonsporluyum. Bizans kulüpleriyle bizim işimiz yok.”

Bakın şu söze!
İçinde aidiyet var, vicdan var, memleket var, protest bir ruh var.
Ama hepsinden önemlisi: Samimiyet var. Bugün futbol dediğin şey, reklamlarda görüp formasını alan çocukların tuttuğu kulüplerin karikatürüne döndü. Anasının babasının tuttuğu takımı tutmak yok. Mahalle ruhu yok. Şehrin takımına âşık olmak yok.
Ama işte Yılmaz Özdil’de var!

Bir İzmirli için Göztepe demek, sadece sarı-kırmızı değil…
Bir vapur sesidir, Alsancak’ta bir yaz akşamı, bir mahalle delikanlısıdır, sahada aslan gibi oynayan bir gençtir.
Ve o gençler, bugün Süper Lig’de. Göztepe geri döndü!

Ama mesele sadece Göztepe’nin yükselişi değil…
Mesele, "Bizans kulüpleriyle işimiz yok" diyebilecek kadar net bir duruş sahibi olmak.
Çünkü “Bizans kulübü” lafı aslında İstanbul takımlarına değil, onların etrafına örülen menfaat duvarlarına söylenmiş bir laftır.

Ve burada Özdil’in ikinci takımı da dikkat çekici: Trabzonspor.
Neden mi? Çünkü o da Anadolu’nun, alın terinin, dik duruşun, çarpık düzene başkaldırının sembolü.
Göztepe olmazsa, Trabzonspor.
Para değil, ruh konuşuyor.

Bugün bu sözleri duymak, sadece bir spor beyanı değil…
Bir memleket meselesidir.
Çünkü bu ülkede hâlâ forma aşkı, şehir sevdası, dik duruş varsa…
Bir umut vardır.

Yılmaz Özdil’e buradan selam olsun.
Mustafa Özbay abimize hürmetler,
Kızı İpek Özbey’e başarılar.
Ve Göztepe’ye...
Bizans’a karşı, Anadolu’nun tok sesi ol!

SAHADA SAVAŞ TRİBÜNDE İSYAN 9 PUANLA YOLUMUZA DEVAM!

Süper Lig’in yeni sezonu heyecan dolu başladı. Kocaelispor – Fenerbahçe ve Trabzonspor- Antalyaspor maçları, sadece futbol değil; duygu, mücadele ve tartışmaları da beraberinde getirdi. Sahada ter döken futbolculardan çok, bazen hakem kararları konuşuluyor. Gelin, iki maça da bir taraftar gözüyle bakalım.

Kocaelispor-Fenerbahçe: Frikik Güzeldi, Hakem Kötüydü

Maçın hemen başında Fenerbahçe erken bir golle öne geçince işler bizim için zorlaştı. İlk yarıda daha fazla şut çeken taraf sarı-lacivertlilerdi ama skor tabelasına sadece bir gol yansıdı. Ardından Kocaelispor’un umut ışığı: Petkovic'in jeneriklik frikiği! O an statta herkes ayağa kalktı.

Fakat sonrası yine bildik senaryo. Fenerbahçe baskı kurdu, Kocaelispor ise geç tepki verdi. Teknik direktör değişikliği, Fenerbahçe ikinci golü atmadan önce yapılmalıydı. Direkten dönen o top ise, belki de maçın kaderini değiştirebilirdi. Şanssızlık mı, beceriksizlik mi, yoksa hakem faktörü mü?

Hakem yönetimi tam bir hayal kırıklığıydı. Fenerbahçe’ye bir tane bile kart çıkmaması düşündürücü. Bu kadar ‘tolerans’ başka bir takım lehine olsa yer yerinden oynar. Gönlümüz kazanmak istese de futbol bazen sadece sahada oynanmıyor.

Trabzonspor -Antalyaspor: Sadece Rakibi Değil, Sistemi de Yendik

Trabzonspor cephesinde işler daha iyi gitti. Maç boyunca rakip kaleye daha çok yaklaştık, oyunu domine ettik. İlk yarının sonlarına doğru Savic’in golüyle öne geçmek, moral açısından çok önemliydi. Ardından gelen ikinci gol ise ne yazık ki Var’dan döndü. Ama ilk yarıyı 1-0 önde kapatmak da kıymetliydi.

İkinci yarıda pozisyonlara girdik. Onuachu, formunun uzağında. Topu ayağında tutamayan bir forvetle rakip kalede etkili olmak zor. Teknik heyet, bu değişikliği daha erken yapmalıydı. Antalyaspor ise zaman zaman atak yaptı ama sonuç alamadı.

Burada asıl mesele ise yine hakemdi. Trabzonspor atağa çıktığında, en ufak müdahaleye faul çalındı. Oyunun akıcılığı bozuldu, sinirler gerildi. Ne yazık ki bu sezon da hakemlerin bize karşı olan tavrı değişmemiş. TFF’ye buradan çağrı yapıyoruz: Bu iş böyle gitmez! Tarafsızlık, Türk futbolunun temelidir.

Ama biz ne yaptık? Hem rakibi hem hakemi yendik! 3 maçta 3 galibiyetle 9 puan toplamak her anlamda güçlü bir başlangıç. Takımımızın mücadelesi takdire şayan. Biraz daha form, biraz daha adaletle bu sezon çok şey başarabiliriz.

İki maç da gösterdi ki; futbol sadece yetenek değil, adaletle de oynanmalı. Taraftar olarak bizler sahadaki mücadeleyi alkışlarız ama haksızlığa sessiz kalmayız. Hakemler adil olsun, takımlar mücadele etsin. O zaman kazanan sadece bir takım değil, Türk futbolu olur. Yolun sonu şampiyonluk olsun! (EFE KAAN ÖZTÜRK)

KAŞ GİTTİ, YÜREK DİREKT KALDI!

Futbol bazen bir pasla hatırlanır…
Bazen golle alkışlanır…
Ama esas mesele formanın içine sadece bedenini değil, yüreğini giyenlerde saklı!

Buyurun size anlatayım…
Mekan: Trabzon.
Saha: Yavuz Selim.
Takım: Kavakmeydanspor.
Durum: Hem hocası hem oyuncusu olan Hasan Emirzeoğlu, şu an Trabzon İl Hakem Kurulu Başkanlığı görevini başarılı bir şekilde yürütüyor…
Karşıda rakip Sebat, hava gerilim filmi gibi…
Sahanın ortasında bir santrafor: Gamış Orhan…
Faroz Mahallesi’nin evladı… Çay ocağında çayı sert, sahada vuruşları sert…
Kısacası mahallenin “toprağı yüreğiyle yoğrulmuş” delikanlısı!

Dakikalar ilerliyor…
Orhan rakibi ile bir hava topuna yükseliyor, ama rakiple bir çarpışma!
Çat! Kaş yarılıyor!
Öyle böyle değil, alnından kan süzülüyor sahaya…
Gözler kan, ama bakışlar hâlâ sahada!

Tribün buz kesiyor…
Sedye geliyor…
Gamış Orhan sedyeye değil, gökyüzüne bakıyor…
Sanki kafasına değil, takımına operasyon yapılacak gibi!

Kafasında tek bir soru yok:
“Acaba yerime kim girer?”
Yok, öyle hesap!
O başka denklemde:
“Ben nasıl dönerim sahaya!”

Ambulans çağrılıyor, çarpışmanın şiddetini siz düşünün…
Ama Orhan kaşını değil, formasını düşünüyor.
Acilin yolunda, bir mesaj fırlatıyor hocası Hasan Emirzeoğlu’na:

“Hocam benim yerime kimseyi alma. Dikişi attırıp geri geleceğim. Maça devam edeceğim!”

Bakın beyler,
Bu yazıda anlatılan şey kaş değil!
Bu yazıda atılan şey sadece dikiş değil!
Bu yazıda yırtılan forma değil,
O formanın içinde çarpan YÜREKTİR!

Futbolun cilvesi değil bu.
Bu, karakterin en net hali!
Orhan’ın aklı ne sargıda, ne iğnede, ne serumda…
Aklı hâlâ sahada, takımında!

Birileri VAR ekranına bakar…
Biz direk yüreğe bakarız!

Çünkü futbol sadece koşmak değil…
Futbol, bir arma uğruna kaşını açtırmak…
Formasını kanla yıkayıp yine giymek…
Ve hocasına “beni sakın oyundan alma” diyebilmektir!

İncirlik Camiinin çay ocağında buluşmuşlar…
Orhan, hocası Hasan Emirzeoğlu ile…
Çay demli, sohbet daha da demli…
Ama bir yanda anlatılan, unutulmaz bir an:
Bir maçtan çok, bir duruştur bu!

O maçtan geriye bir skor değil,
Bir karakter hikâyesi kalmış!

Bravo sana Gamış Orhan!
Helal olsun Hasan Hoca!
Trabzon’un sokaklarından sahalara uzanan
Yürekli adamlara selam olsun!

HERKESE İNAT, İYİ Kİ TRABZON!

Bazıları konuşur, bazı şehirler sadece yaşanır…
Biz ise bugün hem yaşadık, hem de konuştuk. Ama laf olsun diye değil; içi dolu, kalpten, yürekten. Spor camiasında ve bazı medya kuruluşlarında son zamanlarda Trabzon’a yönelik haksız eleştiriler kulağımıza çalınıyor. Ne var ki, biz bu söylemlere aldırmadan, her şeye ve herkese inat, Trabzon’un kalbinde, Trabzon’un en güzel insanlarıyla muhteşem bir gün geçirdik.

Bu özel yolculukta yanımda kim mi vardı?

Memleketin duayen gazetecisi, sözü öz, kalemi sert Osman Başkır…
Ve Türkiye’nin en yetenekli, en karakterli hakemlerinden, adaleti düdüğünde taşıyan Ali Rıza Öztürk…

Yolumuz Akçaabat Taşlıoba (Taşlaba) Yaylası’na düştü.
Öyle her yayla değil!
Trabzon’un Akçaabat ilçesine sadece 28 kilometre uzaklıkta, doğasıyla ruhunuza işleyen bir güzellik.
9 kilometrekarelik bu yayla, Dörtyol Mahallesi’ne 6 kilometre mesafede.
Ama bize göre her metrekaresi, memleket sevgisiyle dolu! Yaylaya çıkmadan önce Akçaabat sırtlarında kısa bir mola verdik. Çaylar söylendi, sohbetler başladı. Ve konu döndü dolaştı yine Trabzon’a geldi.
Dedik ki;“Bu kadar güzel bir memleketi eleştirmek kimsenin haddi değil! Burası Türkiye’nin son kalesi. Duruşuyla, dikliğiyle, mertliğiyle…”

O an fark ettim;
Bir memleket sadece doğasıyla değil, insanıyla güzeldir.

Osman Başkır ağabey, yılların birikimiyle Türk futbolunun perde arkasını anlattı. Ali Rıza Öztürk, sahalarda yaşadığı ilginç anıları ve hakemliğin ince çizgilerini paylaştı. Ben ise sadece dinledim… Not aldım… Kalbime yazdım.

Bugün öğrendim ki;
Trabzon sadece Karadeniz’in değil, Türkiye’nin vicdanıdır.
Ve bu vicdanı taşıyan insanlar hâlâ dimdik ayakta!

Bu güzel günde, bu güzel insanlarla tanıştığım için çok mutluyum.
Bazen bir yayla yolu, bir ömürlük dostlukların kapısını aralar…

Her şey için, değerli büyüklerim Osman Başkır ve Ali Rıza Öztürk’e teşekkür ediyorum. Sadece futbolu değil, hayatı da konuştuk.
Ve yine dedik ki: Her şeye inat, herkese inat... İyi ki TRABZON!

(İBRAHİM BULUT)