Elbette ayrışacağız. Kötülükten, menfaatten, riyadan, kibirden; Ama asla sanattan değil...
Uygarlıklar yıkılır, imparatorluklar unutulur; geriye kalan, bir şiirin mısrası, bir ressamın tuvalde bıraktığı fırça darbeleri, ve bir notanın içimize işleyen o derin sükûtu;
Hafızalara kazınan yalnızca o ince işçiliklerdir.
Evet emek ister, evet ömür ister.
Fakat muhattabını önünde sonunda bulur.
Bir fikri savunmak, bir düşünceyi ispatlayıp apaçık ortaya koymak ancak sanat yoluyla mümkündür.
İnsanları birbirinden uzaklaştırır bazen fikirler.
Yan yana yürümekten imtina ettirebilir düşünce ayrılıkları.
Oysa sanat yoluyla ortak bir meydan bulunabilir, bir çok yön birbirine kavuşturulabilir.
Ayrılıklar insanı yalnızlaştırır, sanat ise bir arada tutmanın, ya da kavuşmanın başka bir adıdır.
Ayrışmalar bağları koparır; sanat ise söylenemeyeni söylettirir, yarayı sarar, sesi duyulmayanı konuşturur.
Sanat, sadece bir ifade biçimi değildir, bir direniştir de; Bir çığlıktır sessizlikte, bir meşaledir karanlıkta. Köprüler kurar kopmuş ruhlar arasında.
Kaleler inşa eder savurgan ve fırtınalı havalarda.
Ve o köprü sayesinde kıyıya geçer ayaklar, o kaleler sayesinde korunur insan kalbi.
En az hasarla tamamlanır insan ömrü.
Sanat, yalnızlığa eşlik eden kadim bir dosttur.
Bazen bir dize, bazen bir fırça izi, bazen bir melodi…
Her biri, insanın kendisiyle ve dünya ile olan hesaplaşmasının yegâne tanığıdır.
İnsan, kendi kiriyle, kendi bencilliği ve çürümüşlüğüyle yüzleşmeden geçemez hiç bir eşikten.
Bir asa, bir rehberdir sanatın her bir dalı.
Sanatsız bir dünya, bir toplum, ruhsuz bir beden gibi çürür, bir heykel gibi taşlaşır.
Sanat ise taşa ruh katar, ulu
bir çınar gibi kök salar kalbin toprağına.
Kızıl bir günün ardından bir şafak gibi yükselir karanlığın ortasından.
Ve bir gün, fısıldayan bir dize, rengini haykıran bir tablo kalacak geriye.
Ve biz, ayrılmamış ve ayrışmamış ruhlarımızla, sanatın evrensel diliyle duyacağız, duyuracağız bütün sesleri..
Saygı ve Muhabbetle