Trabzon’un sokağı bir başkadır. O sokakta atılan her adım, ya bir çalım gibidir ya da tribünlere gönderilmiş bir selam... Şimdi o sokakların kalbinde bir telaş var. Anderlecht kapıyı çalmış, Sikan’ı istemiş. Ama her isteyene verilmez bu toprakların evladı. Hele ki forvetsiz kalınmışsa...

Yönetim doğru olanı yaptı.
Evet, doğruyu bulmak bazen rakamlarla, bazen duygularla mümkündür. Ama en çok da hislerle...
Sikan belki her maçta gol atmıyor, ama oyunun tam içindedir.
Sırtı dönük oyunu, savunmayı yıpratması, rakibi hataya zorlayan presi... Belki istatistiğe yansımaz, ama sahaya yansır. Kalbe dokunur.
Forvet hattında alternatifsizlik varken Sikan’ı göndermek; aklın reddettiği, duygunun da ihaneti olurdu.

Tıpkı Visca gibi…
Koca yürekli bir adam.
2021-22 şampiyonluk sezonunun başrol oyuncularından biri. Yaralandı, sustu... Sahaya döndü.
Terinin son damlasına kadar savaşmaktan vazgeçmedi.
Visca, sadece bir kanat oyuncusu değil; bir örnek, bir öncüdür.
Trabzonspor’un ruhunu temsil edenlerden biri.
O da takımda kaldı. Ve yine doğru bir karar alındı.

Ama şimdi sıra geldi en zor karara...
Nwakaeme.
O güzel adam. O sihirli ayaklar...
Tribünlerin “Nwakaeme!” diye inlediği günler elbet özlenecek.
Ama gerçekler de var.
Takım planlaması, fiziksel eksikler, kadro mühendisliği...
Trabzonspor’un bir karar alma zamanı geldi.
Duyguyla değil, akılla.
Nwakaeme’nin sözleşmesi dondurulmalı. Ne bir veda, ne bir ihanet...
Bu sadece bir zaman kazanma hamlesidir.
Oyuncu dinlensin, iyileşsin.
Takım nefes alsın, kadro rahatlasın.

Trabzonspor yönetiminin önünde artık bir yol ayrımı değil, bir denge var.
Duyguyla akıl arasında gidip gelen bir yol...
Sikan’ın kalması, Visca’nın tutulması bu yolda atılan doğru adımlardı.
Şimdi aynı doğrulukla Nwakaeme konusunda da rasyonel olunmalı.
Çünkü bu lig beklemiyor.
Çünkü Futbol sadece ayakla oynanmaz.
Kalple, inançla, sadakatle de oynanır.

KALE ONANA’YA TESLİM SAĞ BEKE ACİL TAKVİYE ŞART

Trabzonspor’da transfer rüzgârı bu kez sert esti…
Uğurcan, büyük paraya Galatasaray’a uğurlandı. Ardından kulakları çınlatan bir ses: Manchester United’dan Onana! Bordo-mavili kalede artık dünya standartlarında bir duvar var. Kaleyi sağlama almak böyle bir şey.

Ama futbolda sadece kale değil, kanatlar da uçar.
Orta saha, Teknik Direktör Fatih Tekke'nin istediği gibi şekillendi. Muci ve Bouchoari gibi iki genç dinamizm, takımın göbeğine enerji kattı. Topla dans eden, tempoyu dik tutan oyuncular geldi.

Ancak…
Bir yer eksik, bir yer sessiz: Sağ kanat.
Pina'nın sakatlığı orada derin bir boşluk bıraktı. Trabzonspor gibi büyük hedefleri olan bir takım için bu, kabul edilemez bir zafiyet. Sağ kanat aksarsa, takım aksar. Transferin bitmesine sayılı gün kaldı. 12 Eylül, belki de bu sezonun kaderini yazacak.
Trabzonspor yönetimi bugüne kadar akıllı adımlar attı. Şimdi son bir dokunuş zamanı. Sağ kanada gelecek bir yıldız, bu takımın oyununu tamamlayacak. Unutmayın, bazen eksik bir taş tüm yapıyı sallar.
Ve futbolda en büyük gol, zamanında yapılmayan transferdir.

KAYIKÇI KAVGASINI BIRAK TAKIMINA OMUZ VER

Tarzıyla gönül verdiğimiz renklerin üstünde bir hesap varsa, o hesap artık bu şehrin kaderine dokunuyor.

Yeter artık!

Yana yakıla kendi içimizde hesaplaşmaktan, gerçek düşmanı unuttuk!

Kimin ne kadar Black Card aldığı, kimin ne zaman, nerede, hangi fotoğrafa girdiğiyle uğraşmaktan, bu dev çınarın gövdesi içten içe oyuluyor haberiniz var mı?

Trabzonspor partiler üstü bir kulüptür!

Ne sağın takımıdır ne solun...

Bu takım bir milletin haykırışıdır!

Karadeniz’in çığlığıdır, bordonun sabrıyla mavinin asaletinin bileşimidir!

Ama biz ne yapıyoruz?

İğneyi başkasına batırmadan önce çuvaldızı birbirimize geçiriyoruz!

Kim ne yapmış değil kardeşim, kim ne yapmamış ona bakalım biraz da!

Bu kulüp için bir çivi çakanın alnından öpmek gerek, ama çiviyi çakanı taşlayanların elleri titremesin mi?

Kıskançlık, dedikodu, içten içe kemirme hastalığı sarmış camiayı!

Dışarıda koca koca düşmanlar pusuya yatmış, biz içeride köstek peşindeyiz. Ettiğimiz laf destek değil, köstek!

Sahi, unuttuk mu?

Bu kulüp sayesinde bu şehir ayakta duruyor!

Bu şehir, adını haritaya kazıdıysa; o haritaya renk katan tek şey Trabzonspor’dur!

Uyan artık!

Trabzonspor olmasaydı, bu şehir hangi gazetenin manşetine, hangi ekranın haberine çıkardı?

Ama biz hâlâ… Sen mi büyüksün ben mi?

Senin adamın mı aldı, benim yakınım mı girdi gibi ucuz kavgalarla zaman harcıyoruz!

Kenetlen Trabzon!

Yoksa bu tren kalkarken sen peronda kendi gölgenle tartışıyor olacaksın!

Ve bil ki… Biz içeride birbirimizi yerken, başkaları atlarını alıp Üsküdar’ı çoktan geçti!

Artık taraf seçme zamanı değil!

Artık dik durma, omuz verme, yumruk gibi birleşme zamanıdır!

Trabzonspor bizim namusumuzdur!

Bu şehre, bu camiaya yakışan; elini taşın altına koymaktır!

Kayıkçı kavgasını bırak!

Trabzonspor’un yelkenlerini birlikte şişirelim…

Rüzgâr bizden yana olsun!

BALIK BAŞTAN KOKAR, KAFASINDAN DA ANLAŞILIR!

Bazen daha iyi olmanız için ufak tefek kazalar geçirmeniz gerekiyormuş… Öyle diyor Montella.
Buyurun cenaze namazına!
6-0’lık hezimeti “ufak tefek kaza” diye pazarlayan bir teknik direktörle karşı karşıyayız. Kaza dediğin nedir be adam? Bu yaşanan, kazaysa… Trafik sigortası bile karşılamaz bunu! Arabayı duvara çarpmışsın, cam tavan gitmiş, direksiyon yamulmuş, airbag patlamamış, sonra da “sadece çizik” diyorsun. Ayıptır, günahtır, zekâmızla alay etme!

Kim bu rakip?
El âlem 10 yıldır Avrupa’nın futbol tahtında oturuyor. Alt yapıdan zirveye çıkan, sistemle yoğrulmuş, taktikle beslenmiş, sabırla işlenmiş bir futbol imparatorluğu İspanya.
Makine gibi takım. Sahaya çıkıyor, 90 dakika boyunca rakibini avucunun içine alıyor. Ne oynayacağını biliyor, ne yapmayacağını da!
Peki ya sen?

Sen kimsin Montella?
Yedek kulübelerinde formayı unutan futbolcuları, “Milli Takım” tabelasının altına topluyorsun. Yalancı cennet kurmuşsun, içinde sahte yıldızlar parlıyor. Göze değil, torpile bakıyorsun. Performansa değil, soyada puan veriyorsun.
Sonra da çıkmış “süreç lazım” diyorsun. Hangi süreç?
Bu milletin sabrı mı senin deneme tahtan?

Yedek kulübesinden oyuncu seçen teknik adam, sahaya sürgüne gönderilen figüranlar, "A Milli" kelimesinin anlamını kaybettiği bir sistem!
Forma, sıradanlaşmış.
Ay-Yıldız, reklama dönüşmüş.
Mücadele, mazeretle gölgelenmiş.
Ve sen hâlâ umut tacirliği yapıyorsun Montella!

Bu millet başarıya aç, sen ise hikâye anlatıyorsun!

Şairin dediği gibi: “Anlatılan senin hikâyen değilse, dinlediğin sadece masaldır.”
Ama bu masalın prensi sen olamazsın, çünkü masalın sonunda herkes uyanır.
Ve biz uyandık Montella…
Uykudan uyandık ama kâbus hâlâ sahada!

Her hezimetin ardından aynı senaryo:

Önce bahane,

Sonra gözyaşı,

Ardından sabır çağrısı,

En sonunda "yeni bir yapılanma" yalanı!

İyi de bu senaryo, artık gişe yapmıyor Montella!
Film bitti, jenerik dönüyor.
Seyirci salonu terk etti.
Ama sen hâlâ sahnede alkış bekliyorsun!

BAZEN BİR VALİ GEÇER BU DÜNYADAN


1992 yılıydı… Trabzon amatör futbolunun yüreği bir başka atıyordu o zamanlar. Birinci Amatör Küme şampiyonu Kurtuluşspor olmuştu. O heyecanı, o gururu sanki daha dün yaşamışım gibi… Kalbim Trabzon’da, gözüm Aydın yolundaydı. Gazeteci Ali Kemal Yazıcı abimle birlikte, Kurtuluşspor’un grup maçlarını izlemek için Aydın’a doğru yola çıkmıştık. Aydın… Ege’nin kalbinde bir şehir. Ama o günlerde bizim için anlamı çok daha büyüktü. Çünkü orada bir hemşerimiz görev yapıyordu. Sadece hemşerimiz değil, bu ülkenin vicdanı olmuş bir adam… Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu.

İlk kez orada tanışmıştım kendisiyle. Ne bir protokol mesafesi vardı aramızda, ne de resmi soğukluk… İnsan sıcaklığıydı onun en büyük gücü. İçtenliğiyle, halkla kurduğu gönül bağıyla, her gittiği yerde iz bırakmış, her şehirde adeta bir efsaneye dönüşmüştü.

Halk ona "Süper Vali" dedi. Ama o, sadece valilik koltuğunda oturmadı. Halkın yanında, çocukların dizinin dibinde, esnafın tezgâhının başında, köylünün tarlasındaydı. Milletin gönlünde taht kurmuş bir devlet adamıydı.

Geçtiğimiz hafta, rahmetlinin vefatının yıl dönümüydü. Onu bir kez daha rahmetle, minnetle andım. Kalbimizin en temiz yerinde hâlâ yeri var. Çünkü bazı insanlar, bu dünyadan bir kere geçer… Ama izleri silinmez.

Ve işte bugün, yıllar sonra, Recep Yazıcıoğlu’nun izinden yürüyen bir başka isimle karşılaşıyorum… Tanımam, yüz yüze gelmişliğimiz yok. Ama sosyal medyada yaptıklarını gördükçe içimden şu geçiyor: "İşte yine halkın valisi..."Adı: Hamza Aydoğdu.
Görevi: Erzincan Valisi.
Ama yaptığı sadece bir kamu görevi değil, gönüllere dokunmak. Erzincan halkı ile öyle bir bağ kurmuş ki… Görünen o ki, o da ‘makamdan’ değil, ‘milletin kalbinden’ konuşuyor. Sosyal medyada gördüğüm her paylaşımında, bir başka tebessüm, bir başka umut yeşeriyor içimde. Yıllar sonra bir vali daha görüyorum; hizmeti sadece asfalt dökmek, bina yapmak değil; insanın ruhuna dokunmak olan… Çocuklara sarılan, yaşlılarla oturup dert dinleyen, bir gencin hayaline omuz veren bir adam. İşte ben böyle valiler görmek istiyorum ülkemde…
Recep Yazıcıoğlu gibi iz bırakan,
Hamza Aydoğdu gibi iz sürmeye devam eden…

Ve belki de bir gün, biz bu topraklardan göçüp gittikten sonra, bir çocuk şunu söyler:
"Babam bir vali tanırdı, adını hiç unutmazdı…"