Gereksiz tüketimlerle dolu sahneler, sosyal onay ve görünürlük arzusu… Günümüz insanı artık yalnızca yaşamakla yetinmiyor; yaşadığını göstermek, kanıtlamak ve onaylatmak istiyor. Sosyal medyada influencer olarak profesyonel şekilde içerik üretenleri bu tablonun dışında tutmak gerek.

Ancak çoğu birey, benliğini “görülme” ihtiyacıyla tanımlıyor ve bu durum, giderek daha derin bir psikolojik açlığın göstergesine dönüşüyor.

Dijital platformlar, modern çağın aynaları haline geldi. Ancak bu aynalara bakan pek çok kişi, kendi yansımasını değil, olmak istediği bir “benlik tasarımı”nı görüyor. Beğeniler, takipçi sayıları ve yorumlar; bireyin öz-değerini dışsal ölçütlerle besleyen yeni bir onay döngüsü oluşturuyor. Bu döngü, kısa vadede dopamin artışıyla sahte bir tatmin sağlarken, uzun vadede içsel değeri zayıflatıyor ve bireyi görünür olma bağımlılığına sürüklüyor.

Psikolojik olarak bu davranış biçimi; öz-değer eksikliği, sosyal onay ihtiyacı, karşılaştırma tuzağı ve duygusal boşluk gibi dinamiklerle açıklanabilir. Kişi, gerçek yaşamındaki tatminsizlikleri dijital başarı sembolleriyle telafi etmeye çalıştıkça, benlik algısı dış dünyanın onayına daha bağımlı hale geliyor.

Sürekli görünür olma arzusu, zamanla içsel sessizliği boğuyor. Çünkü “görülmek” ile “var olmak” arasındaki çizgi inceliyor. İnsan, kendiyle baş başa kalmaktan çok, başkalarının gözüyle var olmaya başlıyor.

Benim için sade bir yaşam, bu gürültünün dışında kalabilme cesareti demek. Göz önünde olmayı değil, anlamlı anlarda kalabilmeyi seçmek… Görülmekten çok hissetmeyi, alkıştan çok derinliği tercih etmek…

Ve belki de artık şu soruyu sormalıyız:

Gerçekten yaşadığımız hayatı mı paylaşıyoruz, yoksa paylaşabildiğimiz hayatı mı yaşıyoruz?