İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in, 9 Eylül günü yaptığı konuşma kamuoyunda en fazla tartışılan konulardan biri olmuştur.

Soyer bu konuşmasında, isim vermemekle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahıSultan Vahdettin’i hainlikle suçlamıştır. Bu sözlerin gündeme düşmesiyle birlikte Türkiye’de her alanda görülen ve artık kaotik hale gelen zihinsel bölünmüşlük ortamı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Toplumun bir kesimi Soyer’in haklı olduğunu ve gerçekleri ifade ettiğini söylerken diğer kısmı ise Soyer’i Osmanlı Devleti’nin manevi hatırasına dil uzatmakla suçlamıştır.

Bu tartışmalara bütüncül bir gözle bakıldığında ülkemizin içinde bulunduğu duruma üzülmemek mümkün değildir. Ayrıca şunu ifade etmek gerekir ki, kendi tarihi ile ilgili olarak ideolojik değerlendirmeler yapan bizim gibi başka bir memleket yoktur. Ayrıca geçmişini ele alırken “hain” veya “kahraman” ifadelerini bizler kadar sık kullanan başka bir ülke bulunmamaktadır.

Tarih bölümlerinde öğrencilerimize ilk öğrettiğimiz şeylerden biri de tarihi olayları değerlendirirken kesin ifadeler kullanmamak gerektiğidir. Belgelere dayalı yorumlar yapılması ve daima itidalli bir üslup takip edilmesi de ayrıca verilen eğitimin birer parçasıdır.

Tarihi olaylara itidalli yaklaşma prensibinin en fazla uygulanması gereken dönem, 1919-1927 arası yani Milli Mücadele yılları, Cumhuriyetin İlanı, ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasıve İzmir Suikastı gelişmelerinin yaşandığı 8 yıllık süreçtir. Zira bu dönem Cihan Harbi’nin kaybedildiği, vatanın işgal edildiği, bir imparatorluğun son bulduğu ve sancılarla yeni bir devletin kurulduğu çok sıkıntılı bir süreçtir.

Bu sıkıntılı süreçte yaşanan bazı olaylar halen daha tam olarak aydınlığa kavuşmamışken, yaklaşık bir asır sonra İmparatorluğu idare eden yöneticileri itham etmek veya suçlamak bir kere tarih metodolojisine aykırı bir söylemdir.

Toplum olarak az okuduğumuz, araştırmayı çok sevmediğimiz, sosyal medyadan veya kulaktan dolma bilgilerle tarihi olayları tahlil ettiğimiz bir gerçektir. İşte böylesi bir toplum yapısına sahip olduğumuz bilindiği halde bu gibi ayrıştırıcı söylemleri dile getirmek hem tarihi tahrif etmekte hem de milletimizin zihin dünyasındaki ayrılıkları derinleştirmektedir. Oysa tarih, bir milletin birleştirici unsurudur.

Kraliçe II. Elizabeth hayatını kaybetti. Günümüz İngiltere’sinde sembolik bir yapıdan ibaret olan monarşi halk nazarında itibarını kaybetmemiş görünmektedir. Tacındaki elmasları bile bir medeniyeti talan ederek elde eden kraliçenin ölümünün ardından cenazeye saygı gereği törenler tertip edilmiş, eğlenceler ve maçlar ertelenmiş ve halk, kraliçesinin ardından tek ses halinde üzüntülerini dile getirmiştir. Tarihin en kanlı sömürge devleti olan İngiltere Krallığı’nın sembolik de olsa devamı olan bu yapının halk nazarında böylesine kabul görmesi hakikaten ilginç bir durumdur.

İngilizler kraliçenin ardından tek ses, tek yürek birlik mesajı verirken aslında bir anlamda kendi tarihlerine sahip çıkmaktadırlar. Bizler de bu duruştan gerekli dersleri çıkarmalıyız.

Şanlı tarihimizi basit ifadelerle bölüp parçalamadan kendi dönemi ve şartları içinde değerlendirmeli, bunu yaparken sert ve ayrıştırıcı söylemlerden uzak durmalı ve müfredatları da bu gibi yıkıcı söylemlerden temizlemeliyiz.

Sürekli “hain” veya “kahraman” gibi sıfatlarla tarihi şahsiyetleri değerlendirmekten vazgeçmeli, tarihi kendi ideolojilerimizin arka bahçesi olmaktan çıkarmalıyız.