Sabah alarm çalıyor, gözlerinizi açıyorsunuz. Oysa daha baştan bitkin hissediyorsunuz. Kahveniz bile yetmiyor, gün boyu zihniniz bir sis perdesinin içinde. Dersler, ödevler, toplantılar, raporlar derken kendinizi sürekli “yorgun” tanımlıyorsunuz. Peki, bu gerçekten normal mi?

Çoğumuz yorgunluğu uykusuzlukla karıştırıyoruz. “Biraz dinlensem geçer” diyoruz. Ama geçmiyor. Çünkü sorun sadece uykuda değil; zihnimizin ve ruhumuzun taşıdığı yüklerde.

Okulda ya da işte hep daha fazlasını yapmaya çalışıyoruz. Mükemmel olmak, hata yapmamak, herkesi memnun etmek… Bu beklentiler zamanla ruhu yoruyor. Bir de erteleme döngüsüne giriyorsak, işler son ana sıkışıyor ve baskı katlanıyor. Sonuç? Dinlenmeyen bir beden, dağınık bir zihin.

Bedenimiz aslında bize sinyal veriyor: Baş ağrıları, dikkat dağınıklığı, motivasyon kaybı… Bunların hepsi “Dur, artık beni fark et” demenin yolları.

Ne yapabiliriz? Öncelikle kabul etmek gerekiyor: Yorgun hissetmek tembellik değil. Bazen durup nefes almak gerekiyor. Küçük molalar vermek, günü daha planlı yaşamak, “hayır” demeyi öğrenmek ve her şeyden önemlisi yaptığımız işin anlamını hatırlamak.

Çünkü unutmamak lazım; biz sadece çalışan, okuyan, üreten insanlar değiliz. Biz aynı zamanda hisleri, hayalleri, sınırları olan varlıklarız. Yorulduğumuzda durmak, kendimize iyi bakmak en büyük sorumluluğumuz.

Belki de bu satırları okuyan siz, uzun zamandır “Neden hep yorgunum?” diye soruyorsunuzdur. Cevap basit: Çünkü uzun zamandır kendinizi dinlemiyorsunuz.