Hayatın koşturmacasında çoğu zaman gözümüzün önündeki küçük mucizeleri fark etmeyiz. İnsan kalbinin en parlak tarafını, en çok da iyilik yaparken görür. Bir tebessümün,bazen bir çift eski ayakkabının bile dünyayı değiştirebileceğini unuturuz. Oysa iyilik; görünmez bir el gibi dokunur hayata, hem vereni hem alanı güzelleştirir.

Bugün sizlere, belki de unutulan bir hakikati yeniden hatırlatacak bir kıssayı anlatmak istiyorum. Bu kıssa, “vermek” fiilinin aslında ne kadar derin bir anlam taşıdığını bize bir kez daha gösteriyor.

***

Alimlerden biri, talebesiyle birlikte köy yolundan geçerken bir tarlanın kenarındaki ağacın altında eski bir çift ayakkabı görürler. Ayakkabılar belli ki tarlada çalışan fakir bir adama aittir. Talebe, gençliğin verdiği heyecan ve biraz da yaramazlıkla hocasına döner:

“Hocam; bu ayakkabıyı saklasak da sahibi geldiğinde şaşkınlığını seyretsek, ne dersiniz?”

Hoca tebessüm eder ama talebesinin bu teklifinde eksik olan bir şeyi hisseder. Sadece şaşkınlıkla gülmek, bir insanın dünyasına dokunmak değildir. Gülmek… Ama neye? Başkasının şaşkınlığına mı, yoksa üzüntüsüne mi?
İşte bu noktada hoca, yılların birikimiyle talebesine ince bir ders verir:

“Evladım,” der, “Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine kurmak doğru değildir. Gel, daha güzeli olsun. Sen varlıklı bir ailenin çocuğusun. Bu ayakkabıların içine biraz para koy, sonra da adamın sevincini seyredelim.”

Talebe, hocasının teklifini daha anlamlı bulur. Parayı ayakkabıya koyup bir kenara gizlenirler.

Bir süre sonra adam gelir. Elbiselerini çıkarıp ayakkabısını giyecekken içinde bir şey olduğunu fark eder. Parayı görünce gözleri büyür. Çevresine bakar, kimse yoktur. Ve bir anda dizlerinin üzerine çöker. Ellerini semaya açar:

“Ya Rabbi… Çocuklarım aç… Sen her şeyi bilirsin. Bu nimeti bana gönderen ellere rahmet et.”

Adamın sesi titrer, gözyaşları toprağa karışır. O an dünya, bir çift ayakkabının etrafında durur sanki. Talebe ve hoca, saklandıkları yerden bu sahneyi izlerken gözyaşlarını tutamazlar.
Talebe, az önce etmek istediği şakanın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu derinden hisseder.

Hoca, yumuşak bir sesle talebesine döner:

“Evladım, ilk teklifinden daha güzel olmadı mı? Şimdi daha mutlu değil misin?”

Talebe, gözleri dolu dolu başını sallar:

“Evet hocam… Verdiğin zaman, aldığın zamankinden daha mutlu olursun.”

Hoca devam eder:

“Güçlü ve haklı olduğunda affetmek: Vermektir.
Yokluğunda kardeşine dua etmek: Vermektir.
Haksızken özür dilemek: Vermektir.
Başkasının ırzına kem gözle bakmamak: Vermektir.
Ve insanların gönüllerine sevinç ekmek: En büyük vermektir.”

***

Bu kıssa bize sadece bir iyilik sahnesi anlatmaz; aynı zamanda bugün unuttuğumuz bir insanlık dersini de hatırlatır.
Günümüzde “vermek” çoğu kez maddi bir davranış olarak algılanır. Oysa vermek; bir kalbi kırmamak, bir yüreği onarmak, bir insanın yükünü hafifletmektir.
Bir selam vermek, bir çocuğa umut olmak, bir yaşlıya hatırlanmışlık hissi yaşatmak… Bazen de hiç kimsenin bilmediği bir yerde, yalnızca Allah’ın gördüğü bir iyilik yapmak…

Toplum olarak aslında en çok buna muhtacız.
Kırılgan sözlerin arasında kaybolan inceliğe…
Koşturmanın arasında unuttuğumuz merhamete…
Görmediğimiz, ama kalbe işleyen küçük dokunuşlara…

İyilik, bir tohum gibidir. Ektiğin her şey sana geri döner. Bu yüzden kötülük bile bir süre sonra sahibinin avuçlarında çürür; ama iyilik büyür, yeşerir, çoğalır.

Her gün daha fazla umuda ihtiyaç duyduğumuz bu dünyada; belki de en büyük çaba bir kalbi güldürmek, bir insanın derdine nefes olabilmektir.

***

Belki bugün bir çift ayakkabının içine para koyacak durumda olmayabiliriz. Ama güzel bir söz söylemek için para gerekmez. Bir gönlü onarmak, bir kalbi sarmak için büyük imkanlara ihtiyaç yoktur.

Asıl mesele, iyiliği hangi niyetle yaptığımızdır.
Gösteriş için yapılan iyilik ışık vermez; sadece parlar.
Ama gönülden yapılan iyilik hem vereni hem alanı aydınlatır.

Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine değil; mutluluğu üzerine kurduğumuz gün, bu dünya herkes için daha yaşanabilir bir yer olacak.

Ve unutmayalım:
İyilik, ancak paylaştıkça çoğalan tek servettir.