Ne zaman adı geçse? Biri, bir şekilde bahsetse… Benim aklıma “saatleri” değil de “insanları” gelir. Ahmet Hamdi Tanpınar, 65 yıl önce kaleme almış.

Bugüne kadar 25 dile çevrilen eser Doğu ile Batı arasında bocalayan bir toplumun analizi olarak görülüyor.

Kendi halinde bir şahsiyet olan Hayri İrdal, Halit Ayarcı ile tanışınca…

Ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde önemli bir mevki elde edince…

***

Çipli” dünyaya doğru gidiyoruz ya…

İnsanla insansının zor anlaşılacağı bir dünyada…

Tepemizde bir yerde kurulan kolonide hayat başlayınca…

Uzaya bir iki, uzaya bir iki” diye bağırış çağırış olmasa da yerel renklerin daha da solacağı günler çok uzak değil.

Hele bir de uzaydaki istasyon devletlerden birinin dünyayı tehdit ettiğini düşünün!

Atmosferdeki kara delikleri büyüttüğünü, tepemizde Demokles’in Kılıcını sallandırdığını…

Yanlışlıkla üstümüze bomba düşürdüğünü, iklimlerle çelik çomak oynar gibi oynadığını…

Bunlar, yaz günü başımıza kar bile yağdırır!

***

İşin şakası bir yana, ayar tutmuyoruz vesselam.

Çelişki üstüne çelişki ve en acısı da gittikçe alışıyoruz.

Hemen her şehirde “İnsanları Ayarlama Enstitüsü” kurulsa...

Ayarı mı kaçmış, abuk sabuk laflar mı etmiş?

Doğru enstitüye, çekilsin bir ince ayar, birey de rahatlasın toplum da!

***

Yalnızca bir şartla…

İnsanları Ayarlama Enstitüsü’nün terazisi de adaletli mi adaletli olacak.

Kim olursa olsun, ayarı mı kaçmış, dün dediği bugünkünü mü tutmamış?

Haydi enstitüye…

Fabrika ayarlarına dönünceye kadar bir ince işçilik…

Ancak bu işlemden sonra kaldığı yerden devam edebilecek.

***

Uygarlıklar arasında bocalayan ve hata üstüne hata yapan…

Yok yere olay çıkaran, ona buna çatan…

Aya seyahatin çocuk işi görüldüğü, gezegenlerde istasyon kurulmasının hesabının yapıldığı günlerde incir çekirdeğini doldurmayan işlerle meşgul olan insanların ayarlarının bir şekilde düzeltilmesi gerekiyor.

***

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” dört bölümden oluşuyor ve son bölümün adı “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır”.

Zamanı sorgulayan kara mizah eser, insanın elli yılını esas alıyor.

Geleneksel ve modern değerler çarpışıp duruyor.

Bizim gibi ortada kalmış toplumların bir kararda durması çok zor.

Bazen sizin de başınıza gelir, “ben ne diyorum, sen ne” gibilerinden noktayı koyarsınız.

Ya da “ben, kiminle konuşuyorum”?

Sözün özü “anlatacak çok şeyimiz var fakat konuşacak kimsemiz yok”.

Böyle bir şey bizimkisi…

Önceliklerimiz yeniden kodlanıyor gibi…

Geleneksel değerler bir şekilde ağırlığını hissettiriyor ve hiç kimseye yaranamayacağımız günlerin sabahına doğru savruluyoruz.

Eski yaraları kaşıyor, her şeye rağmen oluşan kardeşlik hukukunu yerle yeksan eden açıklamalardan kaçınmıyoruz.

Yıl olmuş 2025, utanmadan sıkılmadan biz hâlâ neler konuşuyoruz?

Oysa üstümüzde uçsuz bucaksız bir gökyüzü…

Önümüzde birlikte yaşanabilecek sonsuz gelecek varken…

Aklı başında olması gereken insanların ettikleri laflara şaşırıp kalıyoruz.

***

Ayarlarıyla öylesine oynandı ki…

İnsan, ne zaman neye tepki vereceği hususunda kararsız.

Son iki asır içinde başarılı hizmetlere imza atılsa da “ortalama vatandaş profili” oluşturmada çok geç kaldık ve bu yüzden Edirne ile Kars arasına sıkıştırıldık.

Şimdi çember daha da daraltılmak isteniyor.

Daha da…

Oyun büyük” demek kolaycılığına kaçmadan…

Kendimizi acımasızca eleştirmeden…

Görmek istemediğimiz fotoğrafı görmeden bir arpa boyu yol gidemeyeceğiz.

Olan da bizden sonrakilere olacak.

Umalım ki bizim gibi armudun sapı, üzümün çöpüyle uğraşmasınlar.

Ya da sınır kapılarına devasa tabela assınlar.

Aklınızla dalga geçilir, ayarlarınızla oynanır.”