Ortadoğu’nun kanla yoğrulmuş topraklarında bir kez daha kirli bir senaryo sahneleniyor.

Bu kez hedef yalnızca Gazze değil.
Bu kez gözler Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta…

ABD Başkanı Trump’ın son Ortadoğu turu, diplomatik bir ziyaretin çok ötesindeydi.

Önce Tel Aviv’e uğradı.

Netanyahu ile kapalı kapılar ardında yapılan görüşmede “saldırıları sürdür” mesajı verildi. Ardından Mısır’da sözde “barış zirvesine” katılıp kameralara gülücükler dağıttı.
Bu ikiyüzlülüğün adı barış olamaz.

Bu, kanı barış diye pazarlıyor.

İsrail’in son yıllarda Doğu Akdeniz’e yönelttiği stratejik ilgisi artık gizlenmiyor.

Gazze’yi yerle bir eden, Lübnan’a saldıran, Suriye’de operasyonlar düzenleyen Tel Aviv yönetiminin nihai hedefinin enerji denklemini kontrol altına almak olduğu açık.
Bu denklemin en kritik noktası ise Kıbrıs’tır.
Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları, deniz yetki alanları, doğal gaz hatları ve stratejik üs bölgeleri…
Hepsi Kıbrıs etrafında şekilleniyor.

İsrail’in Güney Kıbrıs’ta kurduğu askeri üsler, radar sistemleri ve hava savunma hatları “savunma” adı altında ama “yayılma” niyetiyle yapılıyor.

ABD’nin bölgeye askerî yığınak yapması, savaş gemilerinin Kıbrıs limanlarına demirlemesi de aynı planın parçasıdır.
Yani Gazze’deki vahşet sadece bir başlangıç.

Sırada Kıbrıs var.

Kirli ittifakın hesabı yapılıyor.

Trump ve Netanyahu, kendilerini “barışın mimarı” gibi göstermeye çalışıyor.

Oysa bölgeye barış değil, kaos ve korku taşıyorlar.
ABD, enerji koridorlarını kendi çıkarına göre şekillendirmek istiyor.
İsrail, denizdeki enerji yataklarını denetim altına almak, Kıbrıs üzerinden yeni bir nüfuz alanı kurmak niyetinde.
Güney Kıbrıs yönetimi ise bu iki gücün taşeronu gibi hareket ediyor.

Bu tabloda asıl hedefin Türkiye olduğu çok açık.
Çünkü Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan hiçbir denklem kalıcı olamaz.
Bunu bildikleri için Kıbrıs üzerinden Ankara’yı kuşatmaya çalışıyorlar.

Peki Türkiye ne yapmalı?

Türkiye’nin bu tabloda hem diplomatik hem askerî anlamda çok yönlü ve dikkatli bir politika yürütmesi gerekiyor.
KKTC’nin güvenliği, artık sadece Kıbrıs Türkleri için değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı için de bir beka meselesidir.

Bu nedenle;

KKTC’deki Türk askeri varlığı güçlendirilmeli,

Deniz ve hava üsleri modernize edilmeli,

Doğu Akdeniz’deki sondaj ve keşif faaliyetleri kararlılıkla sürdürülmeli,

Ankara-Lefkoşa hattı arasında tam koordinasyon sağlanmalı.

Ayrıca diplomatik cephede Türkiye, Azerbaycan, Katar, Mısır ve Libya gibi bölge ülkeleriyle daha güçlü enerji ve güvenlik ortaklıkları kurmalı.
Çünkü Doğu Akdeniz artık sadece enerji değil, egemenlik ve güvenlik mücadelesinin sahnesidir.

Amaçları barış değil, paylaşım savaşı veriyorlar.

Trump ve Netanyahu’nun “barış zirvesi” adı altında imzaladığı sözleşmeler, aslında yeni paylaşım haritalarıdır.
Gazze’de katliam yapanların Kıbrıs’ta “barış”tan söz etmesi kadar büyük bir aldatmaca olamaz.
Bu iki figürün hedefi, bölgeyi yeniden dizayn etmek; Türkiye’nin denizlerdeki gücünü sınırlandırmaktır.

Fakat unuttukları bir şey var;
Bu coğrafyada Türkiye ’siz plan yapılmaz, yapılsa da tutmaz.

Son sözümüz de şu olsun

İsrail’in Kıbrıs hayali, ABD’nin Doğu Akdeniz hırsı ve Güney Kıbrıs’ın taşeronluğu ap açık ortadadır.
Tüm bu tablo, Türkiye’nin stratejik sabrını test etmektir.
Ama Türkiye sabırla, akılla ve caydırıcı güçle bu oyunu bozmaya muktedirdir.

Kıbrıs, sadece bir ada değil; Türkiye’nin mavi vatanının kalbidir.
Ve o kalbi kimse söküp alamaz.

Yani önce İsrail’e uğrayıp Netanyahu’ya saldırılarına devam et talimatı veren ardından Mısır’a geçip sözde 2025 barış sözleşmesini imzalayan ABD Başkanı Trump’un hiç samimi olmadığını bir kez daha gördük.

Ortadoğuyu kan gölüne çeviren önüne gelene saldıran ve adeta bir soykırım yapan kandan beslenen İsrail ve ABD’nin hedefi Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kıbrıs.

Her an KKTC’ye saldırması olasıdır.

Bölgesel kaosu varlık sebebi olarak gören katil Netanyaho’nun yeri kirli planı Kıbrıs’a saldırmak ve Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak.

Gazze kasabı Netanyahu ve suç ortağı Trump Doğu Akdeniz’de egemen olmak istiyor.

Güney Kıbrıs’a askeri üs ve yığınaklar yapılmasının tek açıklaması budur.

Mısır’a barış zirvesine giderken İsrail’e uğrayıp saldırılara devam et diyerek Lübnan’a saldırtan ABD Başkanının Nobel Barış Ödülü’nü istemesi ise yüzsüzlüğün en net kanıtıdır.