Bize hayat hikayenizden bahseder misiniz? Futbol yolculuğunuz nasıl başladı ve sizi teknik direktörlüğe yönlendiren en büyük etken ne oldu?
Futbol hayatıma, birçok kız futbolcu gibi erkek arkadaşlarımla sokakta oynayarak başladım. Anne ve babam ayrı olduğu için yıllarca annem beni antrenman sahalarına götürdü ve en büyük destekçim oldu. Yazlıkta bir hocanın beni keşfetmesiyle kadın takımına transfer oldum ve böylece profesyonel yolculuğum başladı.
Sonraki yıllarda milli takımların yanı sıra Süper Lig’deki pek çok takımda forma giydim. Ancak yaşadığım sakatlıklar futbolculuk kariyerimin erken bitmesine neden oldu. Üç kez ön çapraz bağ ameliyatı geçirdim ve genç yaşta futbola veda etmek zorunda kaldım. Bu süreç, beni teknik direktörlüğe yönelten en büyük etken oldu. Teknik direktörlük kariyerimin ilk yılında şampiyonluk yaşamanın mutluluğunu tattım. Altı yıldır kesintisiz olarak bu görevi sürdürüyorum. Bizim dönemimizde, bugün Trabzonspor’un oyuncularına sunduğu imkânların hiçbiri yoktu. Bu yüzden bugünkü futbolcularımızın her yönden çok şanslı olduklarını düşünüyorum.

A Milli Takım başta olmak üzeri Türkiye’de önemli futbol kulüplerinde önemli başarılar ve şampiyonluklar kazanmış biri olarak Trabzonspor’a katmak istediğiniz öncelikli hedefleriniz neler? Nasıl bir oyun stratejisi belirlemeyi düşünüyorsunuz?
İlk olarak Trabzonspor’un bana kattıklarından bahsetmek isterim. Burada çalışmak bana göre Türkiye’de adeta bir devrim niteliğinde. Bu yüzden yönetim kuruluna ve başkanımıza minnettarım; hayatım boyunca da bu teşekkürüm hep sürecek. Buraya gelirken gülerek anlaştım, giderken de mutlaka gülerek ayrılacağım. Trabzonspor kariyerim benim için çok özel bir yerde olacak.
Trabzonspor, kadın futbolunda uzun bir sessizlik döneminden sonra yeniden sahalara döndü. Bu yıl aranıza sonradan katılmış olsam da çok iyi bir futbolcu grubuna ve çok değerli çalışma arkadaşlarına sahibim. En önemli şey, sahaya sadece kazanmak için çıkmamız. Beraberliği bile düşünmeyen, sürekli atak futbol oynayan bir sistemimiz var ve oyuncularımız da bu sisteme tamamen uygun.

Artık her maça sürpriz takım değil, favori takım olarak çıkacağız. Zamanla rakiplerimiz bunu net bir şekilde görecek. Savaşan, ayakta kalan, önde baskı yapan, atak futbol oynayan bir takım olarak seyircilere çok keyifli bir oyun sunacağız. Zaten inatçı bir şehirde yaşıyoruz ve biz de bu inattan güç alıyoruz. Zamanında tribünlerde seyirci az olsa da sezon sonuna doğru göreceksiniz; futbolumuzla Kadir Özcan Tesisleri’nin tribünleri en az bin kişi dolduracağız.
Futbolculuk kariyerinizdeki kimliğinizle, teknik direktörlük döneminizdeki duruşunuz arasındaki farklar ve benzer yönler neler?
Oyuncuyken çok hareketli, tamamen futbola odaklı ama asla bireysel düşünmeyen bir yapım vardı. Her zaman takım oyununu önemseyen bir oyuncuydum, kendi hırslarıma hiç yenik düşmedim. Küçük yaşlarda A Milli Takım’a seçildim. O dönem genç milli takımlardan A Milli Takım’a yükselen çok az oyuncu vardı ve onlardan biri olmayı başardım.

Teknik direktörlük tarafına gelince, bu bambaşka bir sorumluluk. Mesela maç gecesi sabaha kadar rakibi izlediğim olur, maç günleri hiç yemek yemem. Böyle totemlerim vardır. Isınmaya çıkan takımı izlemem, kahvaltıda oyuncularla bir araya gelmem çünkü çok detaycı ve sinirli bir yapım var. Bir eksiklik gördüğümde bunu ekibimden çıkarırım. Futbolculuk dönemimde bu öfke kontrolünü sağlayamıyordum ama teknik direktörlükte yavaş yavaş öğrenmeye başladım. 22 yıllık futbolculuk hayatımda hiç kırmızı kart görmedim. Buna rağmen teknik direktörlük dönemimde kırmızı kartım oldu. Bunun üzerine kendimle ilgili çalışmalar yaptım. Dışarıda farklıyım ama saha içinde ailem bile beni tanıyamıyor, bambaşka bir Bahar oluyorum!
Kadın futbolunda bir teknik direktörün sahada sürekli destek olması çok önemli. Siz sustuğunuz an oyuncular da durmaya başlıyor. Ne olursa olsun sonunda hesap veren kişi sizsiniz. Her şey iyi giderken sorun çıkmaz ama işler zora girdiğinde oyuncuları idare etmek, oyunda tutmak gerekiyor. Çünkü bazen kulübede göz ardı edilen bir oyuncu, hiç beklemediğin bir anda maç kazandırabiliyor. Sporcu geçmişim olduğu için bu dengeleri psikolojik açıdan daha iyi kurabiliyorum. Bir kadın antrenör olarak, içlerinden gelen ve futbol oynamış biri olmam benim için büyük bir avantaj oldu. Bugüne kadar da bu avantajlarla geldim diyebilirim
Futbol hayatınızda genel olarak oyun kurarken kendinizi nasıl tanımlarsınız? Saha içinde en çok neye önem verirsiniz; disiplin, yaratıcılık, takım ruhu?
Takım ruhuna her zaman çok önem veririm. Oyunculuk dönemimde antrenmanları hiç kaçırmayan, bu anlamda disiplinli bir futbolcuydum. Sadece beslenme konusunda yeterince disiplinli değildim diyebilirim. Bazı oyuncular vardır; lider ruhlu olur ve maçın gidişatını değiştirebilir. Ben de o oyunculardan biriydim. Takımı bir anda sırtlayabiliyor, hızımla oyunun seyrini değiştirebiliyordum.
Bazen hocayı dinlemediğim de oluyordu. Çünkü bana göre üçüncü bölge dediğimiz, rakibin sahasında oynanan kısımda futbolcuya özgürlük alanı tanınmalı. Zaten biraz farklı olursanız sivriliyorsunuz, fark yaratıyorsunuz.

Bir teknik direktör olarak maçlardan sonra kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha çok “nerede hata yaptım” sorusuna mı, yoksa “nerede doğru yaptım” sorusuna mı odaklanırsınız?
Hata yapmamın en büyük sebebi, bazı oyuncuların antrenmanlarda beni yanıltması oluyor. Mesela, 6 gün boyunca çok yüksek performans gösteren bir oyuncu maça geldiğinde aynı performansı sergileyemiyor. Biz bu tarz futbolculara ‘antrenman futbolcusu’ diyoruz. İki-üç maç üst üste ilk 11’de oynattıktan sonra bu durumu daha net görmeye başlıyoruz. Bazı oyuncuların mental anlamda kendilerini maça hazırlayamadıklarını gözlemliyoruz. Bu yüzden hazırlık maçları da çok önemli; çünkü antrenmanda farklı, maçta farklı performans gösteren oyuncuları görme imkânı sağlıyor.
Maçtan sonra hesap verme kısmı bittikten sonra mutlaka eve gidip maçı tekrar izlerim. Yaptığım hamleler ne kadar işe yaramış, maçı tutmak için uyguladığım stratejiler nasıl sonuç vermiş, bunları değerlendiririm. Oyuncuyu suçlamak yerine kendime bakarım; ‘acaba şunu yapsam daha mı iyi olurdu?’ diye düşünürüm. Çünkü asıl gelişimin, kendi hatalarımızı görerek mümkün olduğuna inanıyorum. Mükemmel hoca yoktur ama adaletli olmaya çalışmak en önemlisidir. Hak edene hakkını vermek, benim en büyük amacım.
Sizin için kaliteli oyuncu ve kesinlikle takımımda olmalı dediğiniz oyuncu tipi nedir?
Savaşçı ruhlu, ayakta kalabilen, yere kolay düşmeyen, basit oynayan ve saha içi iletişimi güçlü olan oyuncuları çok severim. Takımın o an performansı düşse bile, onları yeniden ayağa kaldırmak için yapılan fedakâr hareketler benim için çok değerlidir.
Bir futbolcunun en büyük sermayesi, kendine yatırım yapmasıdır. Beslenmesine ve sağlığına dikkat etmesi, dinlenme sürelerini doğru ayarlaması ve çok fazla maç izlemesi gerekir. Bunun yanı sıra futbolcuların mutlaka üniversite okumaları gerektiğini düşünüyorum.
Günümüz kadın futbolunda sadece fiziksel değil, zihinsel dayanıklılığın da önemli olduğu artık aşikar, bu noktada oyuncularınıza nasıl bir mental hazırlık süreci uyguluyorsunuz?
Ben her maçtan önce, özellikle önemli maçlar öncesi çeşitli videolar hazırlıyorum. Sosyal medyada gördüğüm etkileyici videoları keserek bir araya getirip bir motivasyon videosu oluşturuyorum. İlk 11 belli olduktan ve taktiksel konuşmalar bittikten sonra, en son o videoyu açıyorum. Bu şekilde hem moral hem motivasyon sağlıyorum. Aynı zaman da savaşçı ruhlu kadınların neler yapabileceğini gösteriyorum.
Futbolculuk döneminizde keşke şu anki aklım olsaydı dediğiniz bir anınız var mı? Bu tecrübelerinizi oyuncularınıza da aktarıp onları gelişmesine katkı sağladığınız oldu mu?
Yaşadığım en büyük keşke; üç kez ön çapraz bağımı kopardım. İkinci kez koptuğunda, Milli takımda oynuyordum ve koptuğunu fark etsem de oyuna devam ettim. Sonuçta ön çaprazımın kopmasıyla birlikte iç ve dış menüsküslerimi de yırttım ve kıkırdağıma da zarar verdi. Tecrübesizliğime denk geldi ve bu olaydan sonra futbol hayatım sona erdi. Bu yüzden en önemlisi sağlık. Şampiyonluk maçı bile oynuyor olsak ve oyuncum ciddi bir sakatlık yaşıyorsa, 10 dakika bile oynatmam gerekse dahi asla oynatmam. Onun sağlığı benim için her şeyden önemli.
Bir teknik direktör olarak bugüne kadar edindiğiniz başarıları ölçerken kupalardan mı, yetiştirdiğiniz insanlardan mı yola çıkıyorsunuz?
Hiçbir zaman şampiyonluk hikayemi anlatmam. Kariyerimin ilk senesinde çok az sayıda oyuncuya sahiptim. Üç kaleci ve dört futbolcu olmak üzere toplam yedi kişiyle antrenmanlara çıkıyorduk. O sene Fenerbahçe’yi eleyerek finale çıktık. ALG ile lige başladığımda milli takıma giden oyuncum yoktu, lig bittiğinde ise altı oyuncum A Milli Takım’a seçildi. Bu, bence kupadan çok daha önemliydi. Hatta daha sonra Trabzonspor’a transfer olan oyuncularım oldu. Sıfırı altıya çıkarmak önemli bir başarıydı. O yıl ikinci olduk, kupa kazanamadık. Ama kazansaydım bile bu kadar mutlu olmazdım.
Lige baktığımızda kadın futbol takımımızın yerli oyuncularında belirli bir potansiyel olduğu ortada. Sizce Kadın A Milli takımında Trabzonspor kontenjanını yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız milli takım teknik ekibiyle koordinasyonla alakalı bir bağlantı kuracak mısınız?
Her oynadığımız maçtan sonra hocaya ‘İzlediniz mi?’ diye soracağım. Eğer o haftalık izleyemediyse, şu an aklımda en az üç Türk oyuncu var; onların maçla ilgili tüm kesitlerini analizcime hazırlatıp video şeklinde göndermeyi düşünüyorum. Bu videoyu aynı zamanda kendi yönetimime de ileteceğim. Benca bu oyuncular A Milli Takım’ı hak ediyor. Bununla ilgili bildirim yollayacağım ve takipçisi olacağım. Her yere hâkim olamayabilirler ama mutlaka hocalardan bilgi almaları gerekiyor.
Eğer 40 kişilik seçme kampına buradan sadece 1 oyuncu gidiyorsa, burada büyük bir sıkıntı var demektir. 40 kişilik kampta en azından 3 oyuncumuzun yer alması gerektiğini düşünüyorum. Seçme kampında kendileri görsün, sonra karar versinler.
Bir kadın olarak mesleğinizi icra ederken yaşadığınız zorluklar oldu mu olduysa bunlar genel itibariyle hangi konular özelindeydi?
Kadınlarla ilgili sürekli ‘eşitlik, eşitlik’ deniliyor. Ben aslında eşitlik de istemiyorum. Kim neyi hak ettiyse onun verilmesini istiyorum. Bir kadın olduğum için bana öncelik tanınmasını da istemiyorum, bir erkekle aynı şartlarda kıyaslanmayı da… Hak ettiğim bir konum varsa, bu hak edişin önüne geçilmemesini istiyorum. Birçok transfer teklifi aldığımda, birçok insanın buna engel olmaya çalıştığını defalarca gördüm. Oysa herkes işiyle konuşulmalı, başarısıyla ön plana çıkmalı. Kadınız diye kadın tarafından değerlendirilmek istemiyorum. Sadece işiyle değerlendirilmesini istiyorum.
Trabzon’a geldiğim ilk gün, bu güveni hissettim. Hem Asbaşkanımızdan hem de Başkanımızdan… Mesela bu güveni aldığım için bana burada para vermeseler ya da başka bir şey yapmasalar bile hiç problem değil. Ben Trabzonspor için 5 yıl, 10 yıl, ne gerekiyorsa çalışırım. Kariyerimde yıllarca farklı takımlarda gönülden çalıştım ama Trabzonspor, bu hikâyenin bambaşka bir yerinde. 40 yaşından sonra hayatıma bir virgül koydum ve onun başlangıcı Trabzonspor oldu. Buraya çok inanıyorum, çok güveniyorum.
Türkiye’de kadın futbolunun gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa’daki kadın futboluyla Türkiye’deki kadın futbolu arasındaki farklar sizce neler?
Maalesef çok gerideyiz. Ben 2001 yılında Almanya’ya transfer oldum, o dönem orada yapılan antrenmanlar ülkemizde daha yeni yeni uygulanmaya başlıyor. Sağlık ekipmanları da öyle. Milli takımlar başarısız deniliyor ama sorulması gereken şu: Milli takımlara gönderdiğimiz oyuncuları ne kadar hazır buluyorlar? Her takımda aynı antrenman programı uygulanmıyor. Bazı takımlar haftada dört antrenman yapıyor, bazıları sekiz, bazıları on beş… Benim altıncı sezonum ama bir kez bile çağrılmadım. Kimse ‘hocam, ne zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Oyuncuların en çok yaşadığı sakatlık nedir? Hangi yüklemeleri yaptığınızda oyuncuların vücutları neyi kaldırıyor?’ diye sormadı. Şu anda hiçbir mecra bu konuda bizi kontrol etmiyor. Türkiye Futbol Federasyonu’nda milli takımlara bağlı kişiler ayda bir bile bizimle toplantı yapmıyor. İletişim olmazsa başarı da olmaz. Burada mesele birbirimizi çekememezlik değil; işi nasıl büyütebiliriz, onu konuşmalıyız.
Kadın futbolunda sürdürülebilir başarıyı geliştirmek için Türkiye’deki kulüpler, TFF ve sosyal mecralardaki özel yapılar sizce nasıl bir iş birliği modeli kurmalı?
Hep birlikte toplantılar yapılmalı, herkes kendi raporlarını getirmeli. Ben burada her gün sağlık ekibinden rapor alıyorum ve aylık rapora çeviriyorum. Antrenmana katılım sayıları var; onları atletik performans ekibinden alıyorum. Bu çocuklar buraya geldiğinde MR’ları çekildi mi, hangi sakatlıkları yaşadılar, bilmek zorundayız. Bir oyuncunun ayak tırnağından saç teline kadar her şeyinden haberdar olmalıyız. Bunu şöyle açıklayayım: Sen bir yemeğe başladın, belki tuzunu benden önce attın, ama ben bilmiyorum. Tekrar tuz ekledim ve yemek bozuldu. İşte bu, iletişim eksikliğinin sonucu. Bir elmasın değerini bilmeden onu işleyemezsiniz.
Kadın futbolunu sadece spor olarak değil bir kültür projesi olarak düşündüğümüzde, sizce bu kültürün en güçlü taşıyıcısı kimler olmalı?
Aileler. Önce aileleri ikna etmeliyiz; ikna ederken de çocukları nasıl bir gelecek beklediğini anlatmalıyız. Çocuklara da bu hayatta kendilerini nasıl güvene alacaklarını, nasıl bir yaşam kurabileceklerini göstermeliyiz. Ailelerle konuştuğumuzda, işin ve eğitimin sonunda üniversite okumaları gerektiğini; futbolculukları milli seviyeye ulaştığında öğretmen olmak isteyenlerin, KPSS’ye girmeden öğretmenliğe atanabildiklerini ve böylece hayatta ‘bir altın bileziğe’ sahip olabileceklerini bilmeliler. Benim için her şey eğitimdir. Hayatımız boyunca bir genç kızın ya da genç kadının dualarını almak istiyorsak onlara o altın bileziği takmamız gerekir; bunu da ancak ailelerin desteğiyle başarabiliriz.
Takımın hedefleri kadar sizin kişisel hedefleriniz de merak ediliyor. Hatice Bahar Özgüvenç olarak Trabzonspor’daki uzun vadeli hayaliniz nedir?
Şampiyonluk! Şampiyonluklar yaşamak istiyorum. Trabzonspor’da yönetici makamında görev almak ve sonrasında Türkiye’nin ilk kadın Spor Bakanı olmak istiyorum.
Taraftarlara ve kadın futboluna gönül vermiş genç kızlara ne söylemek istersiniz?
İlk olarak taraftarlarımıza şunu söylemek istiyorum: Onlar olmadan biz hiçbir şeyiz. Lütfen her hafta yavaş yavaş sayıyı artırın; özellikle anneler, kız çocuklarını alıp gelsin, babaları inandırmak için onların da elinden tutsun. Çok eğlenceli bir maceraya başlıyoruz. Hayalleri olan bir takıma sahibiz ve bu hayallerde insan gücüne, insan sesine ve insan yüreğine ihtiyaç var, bu üç kelime benim için çok önemli. Orada 20 kişinin alkışlaması ve çocuklarımızın arkasında durması inanılmaz bir motivasyon kaynağı. Trabzon halkı futbolu seven, futbol için yaşayan bir halk. Evinde futbol konuşulan, düğünde hatta maalesef cenazelerde bile futbol konuşulan bir şehir burası. Lütfen kadın takımına da bu anlamda sahip çıksınlar.
Genç kızlara da şunu söylemek istiyorum: Hiç kimseden korkmayın ve hayallerinizin peşinden gidin. İyiler her zaman taşlanır. Taşlanıyorsanız, bu güzel bir şey yaptığınız anlamına gelir. Sadece kimseye kulak asmadan yolunuzda yürümeye devam edin. Ülke olarak ‘el alem ne der?’ cümlesinden bir an önce kurtulmalıyız. Bu da ancak bizim gibi, söz hakkına sahip kadınlar tarafından yapılabilir. ‘El alem ne der’ diye yaşamayalım; biz neyi nasıl yaparız, bunu konuşalım. Kadınlar zekidir, bunu unutmayın, kimse unutmamalı.

