Herkese, her şeye yetiştim de bir tek kendime geç kaldım.
Bu cümle öylesine ağır ki…
Hayatın içinde sessiz bir çığlık gibi yankılanıyor, her bakışta kalbime çarpıyor.
Hayat böyle değil mi aslında?
Birilerine koşarken, kendi içimize yürümeyi unuturuz.
Ömrümüzün en kıymetli anlarını, başkalarının hayatını düzeltmekle geçiririz.
Bir dostun derdine çare olmaya çalışırız, bir yakınımızın yükünü omuzlamaya, bir yabancının yarasını sarmaya uğraşırız.
Ama dönüp de kendi yaramıza bakmayı hep erteleriz.
Belki de kendi içimizdeki kırık parçaları toplamak, başkalarının yükünü taşımaktan çok daha zor gelir bize.
“Ben iyiyim” deriz, aslında hiç iyi değilken.
“Ben hallederim” deriz, aslında hiç halledemeyecekken.
İnsanlara yetiştikçe tükeniriz, ama tükenişimizi bile kimseye belli etmeyiz.
Çünkü güçlü görünmek zorundayızdır, çünkü kimseye yük olmak istemeyizdir.
Oysa içimizde fırtınalar koparken, dudaklarımız gülümser, gözlerimiz bir şeyi saklar.
Sonra bir gün dururuz.
Bir anlık sessizlikte aynaya bakarız.
Gözlerimizin altında yılların yorgunluğu, kalbimizin içinde kırgınlık, ruhumuzun derinliklerinde ihmal edilmiş bir çocuk…
O çocuk biziz.
Bir zamanlar hayalleri olan, umutları olan, kendine sözler veren biz.
Ama o çocuk hep ertelenmiş, susturulmuş, görmezden gelinmiş.
Ve o an anlarız ki:
Herkese yetişmişiz ama kendimize hiç yetişememişiz.
Çocukken hızlı büyümek istedik.
Büyüyünce hayatı yaşarız sandık.
Ama büyüdüğümüzde başkalarının hayatını yaşamakla meşgul olduk.
Kendimize hep “sonra” dedik.
Ama o “sonra” hiç gelmedi.
Ne acıdır ki, başkalarına verdiğimiz değeri kendi ruhumuza veremedik.
Başkalarının mutluluğu için çabalarken, kendi mutluluğumuzu hep feda ettik.
Kendi kalbimizi yok sayarken, başkalarının kalbine sığınmaya çalıştık.
Ve belki de en büyük yalnızlık, başkalarının yanında bile kendine yabancı kalmaktır.
Gece sessizliğinde, yalnız başına oturduğunda…
Hepimiz birer gölge gibi kendi içimizde kayboluruz.
Dışarıdan bakana güçlü görünürüz, planlı ve düzenli bir hayat sürüyormuşuz gibi…
Ama içimizde bir eksiklik vardır, bir boşluk, doldurulamayan bir hasret…
O boşluğu dolduracak olan ise sadece kendimizizdir.
Şimdi düşünüyorum da…
Kendime geç kaldım, evet.
Ama hâlâ bir umut var.
Çünkü insan, kendine döndüğü anda her şey yeniden başlayabilir.
Kendine sahip çıkmak, yaralarını sarmak, kalbine dokunmak, ömrün en güzel tamiri olabilir.
Kendi ruhunun derinliklerinde kaybolmuş çocukla buluşmak, belki de yaşamın en büyük mucizesidir.
Belki de hayatın bütün sırrı şurada gizli:
Herkese yetişmek zorunda değilsin.
Ama kendine yetişmek zorundasın.
Kendine zaman ayırmak, kendine şefkat göstermek, kendine “iyi ki varsın” diyebilmek…
İşte en zor ama en değerli yolculuk budur.
Ve kimse senin yerini dolduramaz, kimse senin eksikliğini tamamlayamaz.
Hayat kısa…
Ama bir gün durup kendi içimize döndüğümüzde, yılların eksik parçalarını tamamlayabiliriz.
Ve belki de en büyük zafer;
Herkese koşarken bir gün durup, kendi yüreğine sarılabilmektir.
Ve ben…
Her şeye, herkese yetiştim de
bir tek kendime geç kaldım.
Ama belki de hâlâ çok geç değil…