Her sezon alıştık artık bu tiyatroya. Perde açılır, hakemler sahneye çıkar, Fenerbahçe’nin koruma kalkanı devreye girer. Rakip kim olursa olsun, hele ki karşıda Trabzonspor varsa, sahanın ortasında adeta etten bir duvar örülür sarı-lacivert uğruna.
Kimi kandırıyorsunuz?
Hakem düdüğü çalarken eli titremiyor ama vicdanı çürüyor. Çünkü amaç belli: Fenerbahçe kaybetmesin, aman Trabzonspor'a göz açtırılmasın! Sonra da çıkıp zeytinyağı gibi üste çıkmaya kalkıyorlar. Haksızlıkta rekor kır, sonra da mağdur rolü oyna.
Yok öyle yağma!
Bu zihniyet artık kabak tadı verdi. Sahada adalet değil, ayrıcalık yarışıyor. "Köpeksiz köy" misali dolaşmaya çalışanlar sanıyor ki bu millet kör. Ama burası Trabzon! Ne köy sahipsiz, ne de hak arayanlar sessiz.
Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan, geçenlerde öyle bir laf etti ki, laf değil adeta tokat! Dedi ki:
“Fenerbahçe Kulübü’nü yönetenlerin ‘zihniyeti’ ve ‘ciddiyeti’, logolarına koydukları 5 yıldızdan bellidir.”
Şimdi bu söz, sadece bir eleştiri değil, aynı zamanda bir teşhistir. Bu zihniyetin şifresi çözülmüştür artık. 5 yıldızla tarihi yazamazsınız! Sahada hakla, emekle, terle kazanılan yıldızdır asıl yıldız. Kendi tarihini masa başında altın harflerle yazmaya çalışanlar, önce aynaya bakmalı.
Bize sahada oyun lazım, tiyatro değil! Bize hakem değil, adalet lazım! Ve en önemlisi, bize göz göre göre hakkı yenen Trabzonspor’u susturmak isteyenlere karşı dik duracak yürek lazım.
O yürek bizde var. O ses Karadeniz’de yankılanır. Kimse sanmasın ki bu şehir unutkan. Ne dünleri unuturuz, ne bugün susarız.
Taş yerine oturduysa ne mutlu bize. Gerisi laf-ı güzaf!
BU ŞEHİR, AHMET BAŞKANI YEDİRMEZ!
Siyaset mi?
Beni ilgilendirmez... Rozetlerin, partilerin, meclis koridorlarının adamı hiç olmadım.
Ama bir gerçek var:
Ben bu şehrin adamıyım!
Ve bu şehirde bir isme haksızlık yapıldığında, ben susmam!
Hele konu Trabzonspor olunca, bırakın susmayı… Orada akan sular bile durur!
Bugün karşımıza bir Hulusi Belgü çıkmış...
Yanında “kulüp başkanı” sıfatıyla Ali Koç…
Yaptıkları açıklamalarda, Trabzon’un Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç'e dil uzatıyorlar.
Siz kimsiniz?
Bir şehri temsil eden bir başkana, ağzınıza geleni söylemek neyin cesareti?
Bakın beyler!
Bu şehir öyle klavye başında kurulmadı.
Bu şehir, sahipsiz değil!
Ahmet Metin Genç’e söylediğiniz her kelime, bu şehrin onuruna saplanmış bir hançerdir!
Ve biz o hançeri, bileğinizden söker, sahibine geri iade ederiz!
Hulusi Bey…
“Bu haysiyetsizliktir, terbiyesizliktir, utanmazlıktır, omurgasızlıktır...”
Bu kelimeleri kurarken aynaya bakmadınız mı?
Bakmadıysanız, biz aynayı size tutarız.
O sözleri size, noktasına virgülüne dokunmadan iade ediyoruz!
Çünkü bu millet unutmaz...
Bu şehir hiç unutmaz!
3 Temmuz’u yaşanmadı mı sanıyorsunuz?
Bal gibi yaşandı!
UEFA, Fenerbahçe’yi şike suçlaması nedeniyle 2 sezon Avrupa’dan men etti.
2011’de şike yapıldı. UEFA ve CAS bunu tescilledi.
Peki ne oldu?
Kupa, şike yapan Fenerbahçe’den alınıp, hakkıyla Trabzonspor’a verilmedi.
TFF, dünyada ilk kez şikeye şampiyonluk kupası veren federasyon olarak tarihe geçti. UEFA sizi şikeden dolayı Şampiyonlar Ligi’ne almadı.
Aziz Yıldırım çıktı, “Yaptıysam Fenerbahçe için yaptım. Maçlar sahada değil masa başında kazanılıyor,” dedi!
Daha ne desin?
UEFA açık açık yazı gönderdi:
“Fenerbahçe’yi gönderirseniz, 8 yıl Avrupa’dan men cezası alırsınız” dedi.
Peki sonra?
Ali Koç’un sahip olduğu bir banka, Avrupa’da bir tek şubesi olmayan bir yapı, UEFA’ya 30 milyon dolara sponsor olmadı mı?
Ve kulüpler…
Trabzonspor’u değil, Fenerbahçe’yi korudu!
Samandıra’da FETÖ’cü savcılarla çekilen fotoğraflar hâlâ arşivde.
O kareler tarihe not düştü!
Bugün kalkmış Ahmet Başkan’a laf ediyorsunuz ha!
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!
Önce aynaya siz bakın.
Önce kendi geçmişinizi tartın!
Ahmet Metin Genç, avukatlık yapmış, yıllarını bu memlekete adamış bir isim.
Sözü nereye gider, ne zaman ne konuşulur, bunu en iyi bilenlerden biri.
O yüzden o mesajı attıysa, boşuna değildir!
Eyy Hulusi sen de Trabzon şehrini zorlama..
Zorlarsan neler yapacağını görürsün..
Trabzon’un evlatları olarak, Ahmet Başkan’ın sonuna kadar arkasındayız!
Ve biz öyle Twitter’da, basın toplantılarında değil…
Yürekle konuşuruz, onurumuzla yürürüz!
Gerekirse, yıllar önce Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nun söz verip de yapamadığını, şike anıtını Belediye Başkanı A. Metin Genç Meydan’ın en güzel yerine dikmeli!
Çünkü bizde dün yoktur…
Hesabı yarım kalmış bir tarih vardır!
Ve bu şehir…
Hesabını kalemle değil, bilekle sorar!
O yüzden açık ve net söylüyorum:
SİZE AHMET METİN GENÇ’İ KİMSE YEDİRMEZ!
Ne bu şehir…
Ne de Trabzonspor’un onurlu evlatları!
BATAKLIKTA ZİL TAKIP OYNAYANLAR!
Sahne yine tanıdık, perde yine aynı karanlık...
Başrollerde üçlü bir ameliyat ekibi: Ozan Ergün, Davut Dakul Çelik,
Serkan Çimen. Sahneye çıkarken ne elleri titriyor ne de vicdanları… Onlar Fenerbahçe-Trabzonspor maçının görünmeyen kazananları.
Çünkü asıl kazanan, sahada değil, düdük arkasında saklanıyordu.
Birileri bu ligi sadece İstanbul kulüplerinin şanına yazılmış bir destan sanıyor.
Sanki Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe dışında top oynayan her takım figüran, araya serpiştirilmiş sahne süsü… Oysa bu memleketin doğusunda da top yuvarlanıyor, Karadeniz’in dalgaları hâlâ isyan ediyor.
Trabzonspor, bu ülkede "zorbalığa karşı dimdik duran" takımın adıdır. Ama her seferinde ya çaylak hakemlerle ya da emir eri gibi görev yapan VAR masasıyla baltalanıyor. Bu kadar tesadüf artık istatistik olmaktan çıktı, sistemin ta kendisi haline geldi.
Davut Dakul Çelik, VAR ekranına bakarken vicdanına da bakabildi mi? Serkan Çimen o AVAR odasında sadece düğmelere mi bastı, yoksa adalet duygusunu da bastırdı mı? Ve Ozan Ergün… O maçın "hakemi" değil, bir operatör gibi kurgulanmış senaryoyu adım adım uyguladı.
Bu işin adı artık hata değil, organize kötülük!
Ve bu kötülük, Merkez Hakem Kurulu’nun göbeğinde büyüyor. Orada bir bataklık var, sivrisinekler her hafta sahaya iniyor. Anadolu takımlarının etrafında vızıldıyor, en sonunda canını emip gidiyor.
Ey MHK! Bataklık kurutulmadan sivrisinek öldürmekle bu iş olmaz.
Yıllardır Anadolu takımları sahaya futbol oynamaya değil, sistemle savaşmaya çıkıyor. Oysa futbol bir rekabet değilse, adaletin olmadığı yerde hangi formanın, hangi renklerin anlamı kalır?
Bu millet aptal değil. Her düdüğün rengi var, her kararın yönü belli.
Ve bu ülkenin dört bir yanındaki milyonlarca taraftar, artık adaletin sadece büyüklerin değil, herkesin hakkı olduğunu haykırıyor. Yeter artık! Bu düzenin adını koyalım: Hakemlerin değil, hak yiyenlerin ligi oldu bu!
AY YILDIZIN GÖLGESİNDE BİR YÜREKLE SELAMLAŞMAK
Zaman zaman yolumuz Ankara’ya düşer…
Bazen bir bardak çayın buğusunda, bazen bir dost selamının sıcaklığında buluruz kendimizi. Devletin kalbinin attığı bu şehirde, memleketin ruhunu yaşatan yürekler var hâlâ.
Geçtiğimiz günlerde yine başkentin yollarında yürürken, yönümü Trabzon’un yiğit evladı, Toplu Konut Projeleri ve Araştırma Dairesi Başkanı Ahmet Kutluğ Gayretli kardeşime çevirdim. Bir selamla başlayan ziyaret, kısa sürede gönül dolusu bir muhabbete dönüştü. Hasret giderdik, memleket kokusu taşıyan cümlelerde buluştuk.
Ahmet Kutluğ Gayretli…
İsminin hakkını veren bir yürek…
Gayretli, çünkü işinin başında. Kutlu, çünkü gönlünde kibir değil, millet sevgisi taşıyor. Bir makamda oturuyor belki ama o makama değil, insana yaslanıyor. Odaya kim girerse girsin; bakışlarında hiyerarşi değil, insaniyet var. Yanında Şube Müdürü Yunus Emre Dönertaş ve çalışkan ekip arkadaşlarıyla adeta bir saat gibi işliyorlar. Uyumları, başarılarının sesi…
Gizli kahramanlık, gösterişsiz duruşlarında saklı.
Onlar konuşmuyor, işlerini konuşturuyorlar.
Bazen diyorum ki; bu ülkenin sıkıntısı çok, yükü ağır.
Ama böyle gençler oldukça, hiçbir fırtına deviremez bu çınarı.
Ankara’nın soğuk duvarları arasında, içimizi ısıtan yürekleri görmek umut veriyor. Ve işte o umutlardan biri, Ahmet kardeşimdir.
Ziyaretin sonunda, içimde taşıdığım vatan sevgisini bir simgeyle somutlaştırmak istedim. Kırmızı beyaz, ay yıldızlı milli takım formamızı hediye ettim ona.
“Bu sadece bir forma değil,” dedim,
“Bu milletin onuru, gururu, alnının akıdır.”
Ahmet kardeşim gülümsedi;
“Bu formayı evimin başköşesine asacağım,” dedi.
İşte o an, bir hediyeden ötesi yaşandı.
Bir bayrak teslimi gibi…
Bir gönül bağı, bir memleket duası gibi…
Bugün bu satırları yazarken içimden geçiyor:
Eğer bir ülkenin genç bürokratları, yüreğini cebindeki kartvizitten önde taşıyorsa; O ülkenin sırtı yere gelmez. Bir forma bıraktım Ankara’da…
Ama aslında bir selam, bir umut, bir dua bıraktım.
AYAKLALRINDAKİ ÇAMUR NEREDEN GELDİYSE
Yazmayacağım diyordum. Ama bazı sözler var ki insanın yüreğine hançer gibi saplanıyor. Susmak erdemdir derler… Ama bazen susmak, ihaneti alkışlamaktır. Gideceği takıma gitti, yolun açık olsun. Kimseye “gitme” deme hakkımız yok. Her futbolcunun bir hayali vardır. “Şampiyonlar Ligi” demişsin, başımız üstüne. Ama insan geçmişini unutmaz… Hani şu gözyaşlarınla suladığın forma? Hani bu şehrin seni omuzlara aldığı, ismini bağrında taşıdığı günler?
Bugün başka formayla ekranlara çıkıp, “Trabzonspor taraftarı bana dua etsin” diyorsun. Dua mı? Daha ilk günden ailene Galatasaray forması giydirip poz verdirdin, sonra da dua mı bekliyorsun? Bu şehir duayı hak edene eder, duayı almanın da bir adabı vardır. Futbolcunun gidişi değil, arkasında bıraktığı sözler koyuyor insana.
Çıkmış baban diyor ki:
“Benim oğlum Trabzonspor altyapısından yetişmedi.”
Eeeee? Nereden yetişti o zaman? Sanki çantasını alıp La Masia’ya mı gitti? Kartalspor’un seçmelerine katılmış, beğenilmiş, tam altyapıya yazılacakken Trabzonspor aramış...
İyi de o telefon çalmasa bugün hangi formayı giyiyordu bu çocuk?
Lisansı yoktu… Trabzonspor aldı, lisans çıkardı. Oynattı, yetiştirdi, A takıma kadar taşıdı. Sahaya ilk adımını burada attı, ilk kaleye burada geçti, takım kaptanı oldu adını bu şehirde duyurdu.
Şimdi kalkıp “Trabzonspor altyapısından yetişmedi” demek, kusura bakmayın ama emeğe ihanettir.
Bir de kardeşi çıkmış sosyal medyaya:
“Bana bu transferi sormayın, soranın içinden geçerim.”
Ne bu öfke? Ne bu kabalık? Sen nesin, dozer misin, silindir mi?
Burası mafya filmi değil, burası Trabzon!
Bu şehir tehditlere pabuç bırakmaz.
Herkes haddini bilmeli…
Çünkü haddini bilmeyene bu şehir haddini bildirir.
Yazık… Çok yazık.
Sessiz sedasız gitseydi, belki de bir teşekkürle uğurlardık. Ama kalkıp da Trabzonspor’un hakkını yok saymak, bu şehri yok saymaktır. Unutmayın, bu şehir vefayı da bilir, vefasızlığı da unutmaz.
Bir söz vardır:
“Büyük insanlar veda ederek gider, küçük insanlar ihanet ederek…”
Bugün herkes neyin ne olduğunu görüyor. Kim ne yaptı, kim sahip çıktı, kim arkasını döndü… Bu şehrin vicdanı kalabalıktır, hafızası da güçlüdür.
Son sözüm sana genç adam… Şampiyonlar Ligi hayalin olabilir, büyük statlarda oynamak da… Ama seni sen yapan şey, ilk adımı attığın topraktır. Ve unutma: İnsan nereye giderse gitsin, ayaklarındaki çamur nereden geldiyse… Oraya aittir. Yolun açık olsun. Ama unutma: Bazı yollar ileriye götürür, bazıları geriye… Tercih senin…
ESKİLER ORADA, YÜREK HÂLÂ SAHADA
Kelkit’in sevilen iş insanı, hayırsever kimliğiyle gönüllerde yer edinen, Kelkit 1954 Spor Onursal Başkanı ve Ariana Grup Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akın, anlamlı ve bir o kadar da duygusal bir ziyarete ev sahipliği yaptı. Sporun, dostluğun ve vefanın buluştuğu bu özel anlarda, geçmişin değerleri bir kez daha gün yüzüne çıktı.
Refah Partisi İlçe Başkanı ve aynı zamanda eski profesyonel futbolcu Hamit Keskinoğlu ile Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği Başkanı, yeşil sahaların efsane golcüsü Saffet Akyüz, Murat Akın’ı ziyaret ederek yıllara meydan okuyan bir dostluğu yeniden tazelediler. Bir zamanlar aynı armaya ter döken bu kıymetli isimler, bugün aynı sofrada, aynı hatıralarda buluştu.
O dönemlerde futbol, sadece bir spor değildi; bir yaşam biçimiydi. Ayakla oynansa da yürekle kazanılırdı maçlar. Her pas, her gol, her mücadele bir sevdaya dönüşürdü. Formanın kutsallığı, armaya sadakat, arkadaşlığa gösterilen vefa bugünün sahalarında artık pek rastlanmayan değerlerdi. İşte o değerlerin yaşayan temsilcileri, bu buluşmada bir araya gelerek geçmişin sıcaklığını bugüne taşıdı. Bu buluşma da bunun en güzel örneklerinden biriydi.
Sohbette anılar dile geldi, gülüşler arasında eski maçlar konuşuldu. Çamurlu sahalardaki mücadeleler ve soyunma odalarındaki o tarifsiz heyecan bir kez daha hatırlandı. Hoş geldiler… Safa getirdiler.
Bu ziyareti anlamlı kılan sadece eski günleri anmak değildi. Asıl değerli olan, geçen yıllara rağmen dostluk bağlarının hiç kopmamış olmasıydı. Vefayla örülen bu ilişkiler, futbolun sadece saha içinde değil, hayatın her alanında ne kadar derin izler bıraktığını bir kez daha gösterdi… Futbolun sadece bir oyun değil, aynı zamanda bir gönül işi olduğunun en güzel kanıtı.
HAVADA GEÇİKME UÇAĞIN İÇİNDE ÇİFTDE STANDART!
Cuma sabahı A Jet ile günübirlik Ankara yolcusuyum. Sabah Trabzon’dan kalktık, ne güzel… Bilette ne yazıyorsa o saatte uçak havalandı. Dakik, düzenli, sorunsuz… O ana kadar tek kelime etmem. Helal olsun dedim hatta… Ama akşam dönüşü var ya… İşte orada hava değişti, daha doğrusu firmanın havası! Dönüş saatim 19.25. Ankara Esenboğa’da bekleme salonundayız. Bilet kontrolü yapan bir hanımefendiyle bir bey, yolcuları toplamaya başladılar. İlk dakikadan golü yedik:
"Uçağınız 10 dakika rötarlı kalkacak."
Hadi hayırlısı dedik…
10 dakika geçti. Ne bir açıklama, ne bir özür… Sadece sessizlik…
Bir 10 dakika daha eklendi. Toplamda 20 dakika rötarlı uçağa alındık.
Ama bitmedi. Uçaktayız… Koltuklarımızda kemerleri bağladık, bekliyoruz. Bu sefer de uçağın içinde 30 dakika beklettiler. Ne bir anons, ne bir açıklama… Sadece sessizlik ve sinir harbi…
Toplamda 50 dakika gecikmeyle havalandık.
Hava açık… Yağmur yok, rüzgar yok, kar yok, grev yok.
E peki arkadaş bu milletin zamanına ne kastınız var?
Gelelim servis meselesine… Orada da başka bir tablo var.
Hosteslerin ellerinde küçük bir kağıt… Kağıtta bazı yolcuların isimleri yazılı. O kişilere çay, sandviç, su… Hem de bedava.
Peki ya geri kalan yolcular?
Ne alırsan ya kredi kartı, ya da nakit…
Bir bardak çay istiyorsun, sanki çay değil, İsviçre çikolatası: 100 TL.
Bir gofret nedir, bakkalda 15 TL, uçakta olmuş 80 TL.
Su desen, yarım litresi 40 TL…
İnsan düşünüyor:
Bu bilet paraları nereye gidiyor?
Madem çay, gofret, su için para alacaksınız, neden biletleri bu kadar yüksekten kesiyorsunuz? Yani bir bardak çay, neden motor yağı fiyatına satılıyor?
Sayın THY yetkilileri… Bu nasıl bir hizmet anlayışıdır?
Bu nasıl bir sistemdir? Bir yanda seçilmiş yolculara özel ikramlar, diğer yanda aynı uçağa binip aynı parayı ödeyen yolculara “paran yoksa su bile yok” muamelesi… Böyle çifte standart olur mu?
Bakın, biz yıldızlı otel beklemiyoruz. Ama uçakta insanca hizmet istiyoruz.
Paramızla rezil olmak değil, hakkımızla hizmet almak istiyoruz.
Sayın Bakan demedi mi, uçakta su bedava diye?
Ama hostesler “peşin ya da kredi kartı” diyerek şakır şakır parayı alıyor.
Hani devletin kararı? Hani tüketici hakkı?
Yoksa bu karar sadece kâğıt üzerinde mi kaldı?
Ey THY, ey A Jet yöneticileri…
Sesimizi duymamazlıktan gelmeyin.
Göklerde taşıdığınız bizler, yerlerde mağdur oluyoruz.
Eğer bu çifte standardı kaldırmazsanız, o uçakların önüne değil arkasına bineriz! Zira bu millet artık susmuyor, yazıyor, soruyor, sorguluyor…
Yoksa… Bu memleketin sabrı bir uçağın iniş izni kadar sınırlı olabilir.