Dünyanın en ağır yükünü omuzlarında taşıyan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, üç günlüğüne baba ocağına, Karadeniz’in yeşiline, denizine, samimiyetine geldi.
Rize ve Trabzon…
Bu iki şehir, sadece Erdoğan’ın memleketi değil, aynı zamanda ruhunun dinlendiği, milletinin sevgisini yeniden hissettiği iki kadim diyardır.
Erdoğan, hiçbir zaman bu iki şehri birbirinden ayırmadı.
Trabzonlular da onu hiçbir dönem yalnız bırakmadı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden bu yana, başbakanlık yıllarında, Cumhurbaşkanlığı döneminde yani neredeyse kırk yıldır Trabzon hep arkasında durdu.
Bu ziyaret, sadece bir dinlenme değil, aynı zamanda moral depolama ziyaretidir.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündemi, artık sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın geleceğini ilgilendiriyor.
Erdoğan Ankara’ya döndü ve yine dünyanın meselelerine sarıldı.
Dünya, uzun süredir savaşlar, çıkar çatışmaları ve emperyalizmin kanlı gölgesinde şekilleniyor.
Bu tablo içinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sadece bir devlet başkanı değil, barışın diplomatı, adaletin sesi, insanlığın vicdanı olarak öne çıkıyor.
Suriye’de 12 yıldır süren iç savaşın sona ermesi için kurulan Astana süreci onun liderliğinde şekillendi.
Irak’ta işgal sonrası düzenin yeniden tesisinde Türkiye’nin dengeli politikası belirleyici oldu.
Katar krizinde kardeş ülkeleri bir araya getiren, Libya’da ateşkesi sağlayan, Somali’den Sudan’a, Yemen’den Mısır’a barış elini uzatan bir Türkiye vardı, başında da Erdoğan.
Afrika’nın sömürgeden kurtulan ülkeleriyle “kardeşlik temelli” ilişkiler kurdu.
Arakan’da Müslümanların çığlığını tüm dünyaya duyurdu.
Ve elbette Gazze’de, insanlığın utançla izlediği o yıkımda, tek dik duran lider olarak tarih sahnesinde yerini aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze meselesinde yalnızca bir siyasetçi değil, bir insanlık temsilcisi gibi davrandı.
Batı’nın sessizliğine rağmen, İsrail’in zulmünü dünyaya haykıran tek lider oldu.
Sadece söz değil, fiil üretti.
Ateşkes çağrıları, diplomatik girişimler, insani yardım koridorları, uluslararası platformlarda yapılan net çıkışları ile dünyanın gözüne soktu.
Bugün Gazze’de bir ateşkes imzalanmışsa, masada “barış” kelimesi telaffuz edilip barış getiriliyorsa, bu Erdoğan’ın cesareti, kararlılığı ve vicdanı sayesindedir.
Ne Trump’ın tehditleri ne Netanyahu’nun katliam politikaları, onun insanlık davasını durduramadı.
Onun için Gazze’den Ukrayna’ya, Suriye’den Libya’ya kadar dünyanın dört bir yanında barış için mücadele eden, mazlumun sesi, adaletin savunucusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Nobel Barış Ödülü’nün gerçek sahibi olarak anılmalıdır.
Nobel Barış Ödülü, insanlığa hizmet eden, barışı tesis eden liderlere verilmek üzere ihdas edilmişse bu onun hakkıdır.
Ancak bugün geldiğimiz noktada, bu ödülün ne kadar siyasallaştığı ortadadır.
Silah lobilerinin, küresel çıkarların temsilcilerine ödül verilirken, gerçek barış liderleri görmezden geliniyor.
Dünyayı kan gölüne çeviren, bebek katillerini koruyan güçlerin desteklediği isimler aday gösteriliyor.
Oysa insanlığa nefes aldıran, mazlumun duasını alan, kanı durdurmak için gece gündüz çalışan bir lider var
Recep Tayyip Erdoğan.
Eğer Nobel Barış Ödülü hâlâ bir değere sahipse, eğer bu ödül gerçekten “barış için mücadele eden”e veriliyorsa, o ödülün tek sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan olmalıydı.
Ama olmadı.
Çünkü bu dünyada hâlâ adalet yerine çıkar, vicdan yerine menfaat konuşuyor.
Ama tarih bu gerçeği yazacaktır
Bugün belki ödül törenlerinde adı geçmiyor.
Ama tarih yazılırken onu adı çok yerde geçecek.
21. yüzyılın en zorlu dönemlerinde, dünyada barışı savunan, zulme karşı duran, ümmetin sesi olan lider olarak tarihe geçecek bir isim var.
ve o ismin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
O, İslam dünyasının son sesi, Batı’nın unuttuğu vicdan, mazlumların duasında adı geçen liderdir.
Bugün Nobel vermedi diye tarih de vermeyecek değil.
Aksine tarih, o ödülün gerçek sahibini altın harflerle yazacak.
Ve bir gün, dünya gerçekten adaletle hükmedildiğinde, herkes şunu diyecek;
“Barışın Nobel’i çoktan verildi. O da Recep Tayyip Erdoğan’dır.”