Ölen kişilerin ardından onun iyiliklerini, güzelliklerini anlatmak için kaleme alınan yazılara edebiyatımızda nekroloji denilmektedir. Bu yazılar o kişilerin güzel yönlerine, tatlı hatırlarına yöneliktir. Bu yazılar bir nevi ağıt, mersiye türünün düzyazıya dönüştürülmüş, daha mantıklı hâlleri gibidir.

Bizim kültürümüzde ölen kişinin ardından kötü konuşulmamasına dair güzel bir ahlak kuralı geliştirilmiştir. Fakat insanların canını acıtan, zalim olan kişiler de bazen hayırla yâd edilmemektedir. Karamanlı Kenzî’nin Bir meseldir fukarâ kalbine her kim dokuna/ Dokunanın dokunur sinesi Allah okuna dediği gibi mazlumların ahını alan kişilerin de bir bedel ödemesi halkımız tarafından beklenmektedir.

İlmî bakımdan kendin çok iyi geliştiren ve II. Mahmut’un başdanışmanı olan Hâlet Efendi (1760-1822) bu makamı kullanarak kendisine rüşvet vermeyen Tepedenli Ali Paşa’yı iftiralarla katlettirmiş, yenilik taraftarı olan Ali Paşa’yı öldürtmüş, Hacı Salih Paşa’yı sürdürmüştür. Arasının iyi olmadığı Halil Efendi’nin hanımı Hacce  Hanım ile kendi hanımı bir hamamda kavga edince, çeşitli bahanelerle Halil Efendi’yi önce Bursa’ya; daha sonra Afyon’a sürdürmüş, hıncını bununla da alamayan Hâlet Efendi Hacce Hanım’ı da büyücülük yaptığı gerekçesiyle öldürtmüştür. Eşinin öldürüldüğünü sürgünde öğrenen Halil Efendi, bir anda inme geçirerek hayatını kaybetmiştir. Yaptığı kötülükler, attığı iftiralar ile halkın tepkisini çeken Hâlet Efendi daha sonra sürgüne gönderilmiş ve en sonunda öldürülerek bütün mal varlığına el konulmuştur.

Kindarlığı ve iftiracılığı nedeni ile halk, Hâlet Efendi’yi hiçbir zaman affetmemiş, onun ölümünden sonra Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur/Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur (ne kendi rahat etti, ne halka huzur verdi, bu dünyadan defoldu gitti, Allah kabirdekilere yardım etsin) manasında beyit söylemişlerdir.

Bizim tarihimizde on yedinci yüzyıldan başlayarak Osmanlı’nın yıkılmasına kadar devam eden ve hatta günümüzde de bazı yansımaları görülen Kadızadeler ve Sivasîler tartışması vardır.  IV. Murat dönemi vaizlerinden Kadızade Mehmet Efendi ile yine o dönem Halveti Şeyhlerinden Abdulmecit Sivasî taraftarları arasında aklî naklî ilimler, kabir ziyaretleri, kandil namazları, tütün, kahve içimi, kahvehaneler, musiki, sema, zikr gibi konularda çok büyük tartışmalar yaşanmış, özellikle Kadızade taraftarları Sivasî taraftarlarını küfre düşmekle itham etmişlerdir.

Sivasîler tarafında olan, o dönemin büyük tasavvuf âlimi Niyazi Mısrî Kadızâde tarafını tutan büyük âlim Vanî Efendi öldüğü zaman onun için ağır bir şiir yazmıştır. Bu şiir şöyledir: … Bir mahfî sehhâr (gizli büyücü) idi, kattâl ü cebbâr idi/ Câdûyu mekkâr (hileci) idi câduluğu bilindi/ Tevbe ederdi hayra, niyet ederdi şerre/ küp olmuş idi hamra (içki), hamrun küpü delindi/  Sevmezdi ol beşeri âm (halk) idi hep zararı/ Ehl-i Hakk’un ciğeri, dilim dilim dilindi/ O zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan, cüdâ düşüp ilinden, defterleri çalındı/ Yezîd-i bed-nâm idi, ilimde haham idi/ İt idi bel’am (mürted bir ilim adamı) idi, taşra dili salındı.

Molla Cami öldüğünde onun cenazesi başında duranların o anda şu beyti söyledikleri rivayet edilmektedir ki bugün bazı kişilerin ölümü için de özellikle son mısra kullanılırsa çok da abes olmayacaktır.

Eğlence meclisinde şarap içenlerin tamamı gitti/ Artık kimle oturacağız, dostların tamamı gitti/ Ne dağ delen zavallı (Ferhat) kaldı ne Mecnûn/ Tımarhâneden zincire vurulmuşların tamamı gitti.

Halkımız arasında kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür badem gözlü olur diye güzel bir söz vardır. Elbette ölülerin hayırla yâd edilmesi gereklidir. Fakat günümüzde sosyal medya sayesinde insanlar özellikle tanınmış kişilerin aleyhinde yazmaktan çekinmemekte, onlar için ağır ifadeler kullanmaktadırlar. Zalim olanlar bunun hesabını öbür dünyada vereceklerdir. Fakat insanlara zulmedenlerin, iyi hatıra bırakmayanların ibret alması için ölen her kişiye rahmet okurken biraz daha düşünmek gerekmektedir.