Bir “ihtisas mesleği” olan öğretmenlik mesleği, üç alanda yeterli olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk hem bilimsel, hem de yasal açıdan sözkonusudur. Yani eğitim bilimlerinin bulguları, öğretmenlik mesleğinin “alan bilgisi, genel kültür ve pedagojik formasyon(öğretmenlik meslek bilgisi)” ile sağlanabileceğini ortaya koymaktadır. Öğretmenlik mesleğini icra etmek için sadece alanı ile ilgili bilgi sahibi olmanın yeterli olduğunu kabul etmek, eğitim bilimlerinin bulguları ile çelişmektedir. Buna göre, öğretmenlik mesleğine girecek olanların bu üç alanda yeterli olmaları beklenir. Bu durum aynı zamanda Milli Eğitim Temel Kanunu ile de tescil edilmiştir. Nitekim sözkonusu kanunun 43. Maddesi; “Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.” biçimindedir. Buna göre öğretmen olmanın şartı, hem genel kültür, hem alan bilgisi, hem de pedagojik formasyon yani öğretmenlik meslek bilgisi bakımından yeterli hale gelmiş olmaktır.

Geleneksel bir anlayışla bu üç yeterlikten yalnız alan bilgisini öne alarak, öğretmen istihdam etmenin mantıklı bir açıklaması olamaz. Kanunun bağlayıcılığı, öğretmen atamalarında adayların “formasyon” almalarını zorunlu hale getirmektedir. Ne var ki, bu işlem büyük oranda bir “formalite” den ibaret kalmaktadır.

Pedagojik formasyon eğitimi, öğretmen adaylarının atanmaları için kanuni bir şart olduğundan, her alanda öğretmen olmak isteyenler, bu eğitimi almak için seferber oldu. Öğretmen ihtiyacının olduğu alanlardaki adaylara geçici olarak böyle bir yolun bulunması, bu yolun “hak” olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa bu bir geçici durumdu. Ama bu ülkede “olağanüstü hal” in 30 sene sürdüğünü düşünürsek, bu durumu da normal karşılamamız gerekir.

Şu anda eğitim fakültesinden mezun öğretmen adayları atanamazken, başka fakülte mezunlarına “pedagojik formasyon” aldırarak bunları öğretmen yapmak, en azından “kul hakkına” girer.

Gelelim uygulanan formasyon eğitimine… YÖK, Son dönemde, uygulamaları üniversitelere bıraktı. Üniversiteler de bu işi iyice abarttı. 2000-3000 kişiye formasyon vererek, bu adayları ümitlendirdi. Oysa atanacak öğretmen sayısı belli… Bu uygulama, aslında, eğitim fakültelerinin kendilerini inkâr etmesi anlamına geliyordu. Bu uygulamadan hiç kimse memnun değil, ama “Herkes veriyor, biz niye vermeyelim?” mantığı ile bu pedagojik olmayan durum maalesef devam ediyor.

Peki bu formasyon eğitiminin kalitesi hakkında ne diyebiliriz? Bir defa kısa bir sürede, pedagojik olmayan bir ders programı mantığı ile sürdürülen bu programın “hormonlanmış” olduğunu söylemek haksızlık değil. İkinci husus, pedagojik formasyon “eğitim bilimleri bölümünün” yürütmesi gereken bir hizmet olması gerektiği halde, bu hizmet dekanlıklarca yürütülmektedir. Bu da işin “formalite” olduğunun önemli bir işaretidir. Ayrıca bu programda ders veren hocaların “pedagoji” ile ilgili olup olmaması önemli sayılmamaktadır.
Bazı Fen-Edebiyat Fakültelerinde “Eğitim Bilimleri Bölümü” marifetiyle bu hizmet, yıl içinde verilmektedir. Beden Eğitimi Yüksek Okulların’ da da bu dersler 4 yıla yayılarak, kendi hocaları tarafından verilmektedir. O zaman ya bütün Fen-Edebiyat, ilahiyat vb. fakültelerde “Eğitim Bilimleri Bölümü” açarak, herkes kendi göbeğini kendi kesmeli yahut bu işi tamamen Eğitim Fakültelerine bırakmalıdır.

Öğretmen olmak için, öğretmenlik meslek bilgilerinin kaliteli ve yeterli bir biçimde eğitim fakülteleri bünyesindeki “Eğitim Bilimleri” marifetiyle okunmalıdır. Çünkü pedagojik formasyon şarttır!.. “Bizim zamanımızda böyle bir şey yoktu.” söylemi günümüzde kabul edilebilecek bir söylem değildir. Sözü edilen zamanda üniversitelerde başörtüsü ile okumak da yoktu ama bugün var. Bizim zamanımızda bilgisayar yoktu, bugün var… Pedagojik formasyonla ilgili kararı verirken, eğitim bilimcilerin görüşlerine müracaat etmenin çok işe yarayacağını düşünüyorum.