Tam elli yıl önce… Dolap No: 13 ile girmiş köy kütüphaneme… “Kütüphane” dediğime bakmayın, dedemin tütünlerini koyduğu rafın yanında öylesine bir eklenti işte…

Kütüphane kurma fikrini ruhuma üfleyen birkaç tahtadan ibaret gibi görünse de zaman zaman karşısına geçip seyretmenin keyfini de yaşatmıştı.

Sanki tüm dünya klasikleri oradaydı.

Sefiller, Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Don Kişot, Madame Bovary, Yeraltından Notlar…

Ve Silahlara Veda…

***

“Savaş Romanları” denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri Ernest Hemingway…

I.Dünya Savaşı esnasında bir şarapnel parçasıyla yaralanmasaydı…

Kızıl Haç hemşiresine aşık olmasaydı “Silahlara Veda” doğmayacaktı.

Yazar, bu şarapnel parçasını bir yüzükle birlikte sürekli olarak kalbinin üzerine gelen bir kese içinde saklamış… Savaşlara, savaşları yaşayanlara büyük ilgi göstermişti.

***

Elli yıl sonra yeniden okumanın nasıl bir duygu olduğunu bilemiyor insan.

Süleyman Şengül kardeşim hediye etmiş, üstündeki nottan anlıyorum.

“Silahlara Veda” elli yıla iyi direnmiş; oradan oraya taşınmalara, okunmalara, masa üstlerine, sehpalara, bavullara, karton kutulara…

Biraz sararıp solsa da…

1954 Nobel Armağanı alan bir şaheserle yeniden karşı karşıyaydım.

“O yaz sonu bir köy evinde kalıyorduk. Köy; ırmağın, ovanın üzerinden karşı dağlara bakıyordu. Irmağın yatağında çakıllar vardı, taşlar vardı, güneşte kupkuru, bembeyaz… Su da pek durgundu, hızlı akardı, boğazlarda masmavi…”

Böyle başlıyordu Silahlara Veda…

“… onları dışarı çıkarıp kapıyı kapayınca, ışığı söndürünce anladım ki faydası yok. Bir heykele Allahaısmarladık demek gibi bir şeydi bu.

Hastaneden çıktım, otele döndüm yağmurda…

Ve böyle bitiyordu.

Savaşı, ölümü ve ayrılışları anlatıyordu.

En güzel savaş romanlarından biri, en güzel aşk romanlarından birine dönüşmüştü.

Tüm zamanların ilk yüz romanı arasında gösterilmesi boşuna değildi.

***

“Silahlara Veda…”

Roman adından daha çok şimdilerde siyaseti dizayn eden bir etkiye sahip.

Herkesin ne çok söyleyecek sözü varmış?

Ya sadece susma hakkını kullanmak isteyenler!

Fakat bir adım atılması, adının konulması çok da kötü durmuyor.

Berlin’de hâkimler var. Ben de onlara güveniyorum” diyen Alman değirmenci düştü aklıma.

Ankara’da politikacılar var, ben de onlara güvenmek istiyorum” sözleri döküldü dilimden.

Öyle ya… “Silahlara veda” sürecine CHP de desteğini açıkladı.

Endişeler, soru işaretleri, senaryolar…

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “PKK’nın kurucu önderi Abdullah Öcalan’a teşekkür ediyorum” sözü hemen herkesi “hazırlıksız” yakaladı.

***

Türkiye, elli yıldır bir “terör” belasının kıskacında…

Kim ne derse desin, “silahlara veda”, ilerleyen zaman içinde psikolojik duvarı aşarsa…

Halkta karşılık bulur ve savaş, barışa dönüşürse…

Federasyon, ayrı devlet” gibi söylemler, yerini “birlik ve demokrasi”ye bırakırsa…

Edirne’den Van’a, Sinop’tan Hatay’a kadar kardeşlik rüzgârı eserse…

Kimin, ne diyeceği olabilir ki?

Peki, şu anda onca konuşulan şey!

Yerden yere vurmalar, radikal yaklaşımlar…

Bence beklenen bir süreç ve Türkiye bu süreci de sağ salim aşabilecek güçte…

Tüm mesele, “silahlara veda”nın ne denli doğru bir hamle olduğunu yaşayarak görmek, göstermek…

Bir asır önce uçurumun eşiğinden kurtarılan ülkenin fabrika ayarlarına fazla(!) zarar vermemek…

Herkesin, her kesimin dikkatle hareket etmesi gereken bir geçitten geçiyoruz.

Başarısızlığı düşünmek bile istemiyorum.

Başarılması halinde ki hâlâ ümidimi koruyorum.

Silahlara Veda”, yazarına Nobel getirdiği gibi…

Türkiye’de bu sözün sahiplerine de aynı ödülü getirebilir.

Yeter ki ülke bölünme psikozundan kurtulsun.

Gerçekçi, sürdürülebilir yeni bir yol bulunsun.

Olur mu olur.