Kocaelispor karşısında oynanan o son on dakikayı izlerken gözüm sahada değil, yürekteydi. Kocaelispor karşısında skor tabelası çalıştı belki ama gönül tabelası iflas etti. Sahada top değil, teslimiyet döndü. Takım değil, siluet vardı. Ve ben, oyun planını değil; karakteri aradım.

Çünkü Trabzonspor formasını giymek, yalnızca futbol oynamak değildir. Denize karşı dik durmaktır. Fırtınaya kafa tutmaktır. Geriye adım atan, sadece formasını değil; o formaya aşık yürekleri de satar.
Trabzon taraftarı skora değil, savaşa bakar. Mücadeleye, direnişe bakar. Ama o son on dakikada sahadaki takım, Karadeniz’in hırçın dalgaları değil; kıyıya vurmuş bir sandal gibiydi. Sessiz... Savrulmuş... Sahipsiz...
Sağ bek var. Sol bek var. Ama tam ortada koca bir boşluk var: Ruh yok, direnç yok, oyun aklı hiç yok! Orta saha dediğin, sadece pas atan adamların yeri değildir. Orası savaşın kalbidir. Direnişin merkezidir. Bizim orta saha ise otoyol gibi... Ne baraj var, ne bariyer!

T S-28


Bu takıma acil bir ön libero gerek! Ama öyle sıradan bir top kesici değil... Oyunu okuyan, takımı ayağa kaldıran, sözüyle bile rakibe diz çöktüren bir lider! Direnişin soyadı olacak bir savaşçı! Aksi halde, bu takım her baskıda dağılır... Her rüzgârda savrulur...
Kaleye gelirsek... Orası sağlam. Güvenli. İçimiz rahat. Ama savunmada öyle bir cevher var ki, adı Bagatov. Ligin gizli hazinesi. Ucuz maliyet, yüksek kalite... Ama değer bilene! Onu gözden çıkarmak, yalnızca bir oyuncudan vazgeçmek değil; savunmanın geleceğini satmaktır.
Bagatov bir futbolcudan fazlası. Bir duruştur. Savunma sanatının yürüyen manifestosu. Belki yıldız değil, ama yıldızları parlatan gecedir o. Kıymetini bilen için hazine, bilmeyen için bir istatistik.
Ve evet, Onuachu’nun dönüşüyle hücumda kıpırdanma başlayacak. Ama unutulmasın: Gol atan değil, gol için yüreğini ortaya koyan sevilir bu şehirde. Çünkü bu forma, ter ister! Bu şehir, yüreği olanı alkışlar; korkanı değil. Sahada yürüyeni değil, savaşanı hatırlar!
Ve o son on dakika? O yalnızca zaman değil... Kim olduğunu gösterdiğin yerdir! Orada susan, sezon boyu konuşamaz! Unutmayın… Karadeniz bazen hırçın olur, bazen durgun… Ama asla ruhsuz olmaz!

61 KART, BİR YÜREK, BİR LİDERİN ÇIĞLIĞDIR

Yıllardır bu şehrin sokaklarında sadece top koşturulmadı...
Yürekler sahaya indi, umutlar tribünlerde tezahürata dönüştü.
Kimi zaman bir çocuk gözyaşında, kimi zaman yaşlı bir amcanın titreyen ellerinde büyüdü Trabzonspor sevgisi.
Bu kulüp; tabelalara, reklamlara, paraya indirgenemeyecek kadar büyük bir duygunun adıdır.
Ve o duygu, Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi asla durmaz.
Trabzonspor sadece bir futbol kulübü değildir.

61 Kart


O, babadan oğula devrolan bir sevda;
Anaların dualarında, dedelerin hikâyelerinde saklı bir mirastır.
Bu kulüp; 90 dakikalık bir oyunun değil, 61 yıllık bir inancın hikâyesidir.
Ve şimdi o hikâyeye bir kahraman daha ekleniyor.
Adı: Ertuğrul Doğan.
Ama onu tanımlayan sadece bir “başkan” sıfatı değil.
O, bu sevdaya adanmış bir kalbin taşıyıcısı…
O, sadece yönetmeye değil, hizmet etmeye gelmiş bir Trabzon evladı…
Göreve geldiği ilk günden bu yana cebini değil, yüreğini açtı bu kulübe.
Arka planda kalmadı, vitrinde görünmeye çalışmadı.
“Ben değil, biz” dedi…
Sponsor buldu; sponsor oldu.
Yetmedi, tereddütsüz bir şekilde elini cebine attı, kulübün kasasını doldurdu.
Çünkü onun için mesele para değil, mesele arma…
Ve şimdi, bir adım daha attı.
Trabzonspor’a 305 bin Euro’luk katkı sağlayarak tam 61 adet TS Club Card satın aldı.
Bakmayın sadece bir kart gibi durduğuna…
O kartlar, bu armaya duyulan sadakatin, bu renklere duyulan sevdanın somut halidir.
O kartlar, “önce ben” diyen değil, “önce Trabzonspor” diyen bir liderin susmayan çığlığıdır.
Başkan değil de ne bu adam?
Bir tribün çocuğu kadar inançlı…
Bir taraftar kadar dertli…
Bir Anadolu yiğidi kadar mütevazı...
O yüzden bugün, Trabzonspor’un gençleri sahada bir maçı değil, bir tarihi oynarken;
O tarih yazılırken dipnot değil, manşet olacak bir isim var:
Ertuğrul Doğan.
Çünkü bazı insanlar sadece başkan olmaz, öncü olur…
Bazı insanlar sadece para vermez, umut verir…
Ve bazı insanlar sadece kulübü yönetmez, bir nesle ilham olur…
İşte bu yüzden;
Trabzonspor yaşar…
Ve yaşatır!

İKİ YÜREK, BİR SEVDANIN ADINA…

Trabzon’un toprağı yeşildir ama futbolu kırmızıyla mavinin ötesindedir… Çünkü bu şehirde futbol, sadece bir oyun değil; bir yürek işi, bir dava meselesidir. Ve bugün o davanın iki neferinden söz edeceğim sizlere… İki yürekli başkan, iki koca gönül…
Biri Trabzonspor’un başkanı Ertuğrul Doğan… Diğeri, Akçaabat Sebatspor’un bir dönem efsane Genel Kaptanı, bugün başkanı: Atalay Armutçu…
Biri Akyazı’da dev çınarın gölgesinde; diğeri Akçaabat’ta mazisi şanla yazılmış bir çınarın başında…

S E B A T-45

Ama ikisinin de kalbi aynı ritimde atıyor: Trabzon futbolu için!
Ertuğrul Doğan öyle bir başkan ki; sadece Trabzonspor’un değil, şehrin tüm futbol sevdalılarının abisi gibi…
ASKF’ye el uzatıyor, TÜFAD’a destek oluyor, futbol okullarına umut oluyor. Çocukların hayallerine, amatörlerin mücadelesine omuz veriyor.
Ve yetmiyor, gönül köprüsü kuruyor… Kocaelispor maçı öncesi, yönetimiyle birlikte Akçaabat Sebatspor’u ziyaret ediyor.
O ziyaret öyle kuru kuru değil hani! Kırmızı beyaz camiaya üye kaydı yaptırıyor, "bu sevda benim de sevdam" diyor…
Atalay Armutçu da boş durur mu? O da eline alıyor o kutsal formayı, sırtına Ertuğrul Doğan yazılı… Hediye ediyor dostlukla, kardeşlikle…
İşte futbolun özlediğimiz tarafı bu! Rekabet değil, vefa… Hırs değil, hatıra… Kırgınlık değil, kucaklaşma!
Bu tabloyu görünce diyorum ki:
Bir şehirde başkanlar böyle olursa, tribünler de susmaz, sokaklar da umutla dolup taşar.
Ertuğrul Doğan ve Atalay Armutçu…
İki farklı koltuk, ama aynı hedef: Trabzon futbolunu ayağa kaldırmak!
Siz sadece takım yönetmiyorsunuz… Siz, bir şehrin çocuklarına hayal, geçmişine sahiplik, geleceğine ışık oluyorsunuz.
Helal olsun size,
Ve bir kez daha hatırlatalım:
Formalar farklı olabilir, ama ter aynı alın teridir. Renkler değişir ama sevda hep aynı renktir…
Trabzon’un rengi!
Futbolun kardeşliği…
Yüreğin dili…

TRABZON’UN RUHU SATILIK DEĞİLDİR

Bazen bir kulüp, sadece top oynanan bir çim saha değildir.
Bazen o kulüp, yedi mahallenin çocuklarının, aynı hayale baş koyduğu yerdir. Bazen bir renk, sadece forma değil; bir şehrin alın teridir, inadıdır, direnişidir... Trabzonspor’u konuşuyoruz. Daha doğrusu, konuşamıyoruz. Çünkü haddini aşan diller, bu kulübü "satılabilir bir meta" gibi telaffuz ediyor artık. Yabancı sermaye diyorlar, yatırım diyorlar, markalaşma diyorlar...
Ama unuttukları bir şey var:
Bu kulüp, fabrika ürünü değil; halkın el emeği, göz nurudur.
Divan Kurulu Başkanı Mahmut Ören’in sesi, bugün Karadeniz'in dalgalarından daha sert çarptı kıyılara:” Trabzonspor gibi bir kulübü satıyorum diye satamazsın. Çünkü bu kulüp; tabelaya yazılmış bir isim değil, sokakta büyümüş bir hikâyedir.
Çünkü Trabzonspor; 1973-74'teki o mütevazı ama yürekli çocukların hayalidir. Ve o hayal, bugün bile devlerin arasına namusuyla girebilen ender adamlardan oluşan bir direniş hikâyesidir. Unutmayın…

Mahmut Ören-2

Bir kulübün arması, onun sadece geçmişini değil, namusunu da taşır.
Satılık olursa ne geçmiş kalır, ne karakter.
Trabzonspor; İstanbul'a başkaldırmış, kendi yağında kavrulmuş, ama hep dik yürümüş bir halkın göz bebeğidir. Siz hâlâ bu takımı satılabilir mi sanıyorsunuz? Küsura bakmayın! Trabzonspor, parayla ölçülmez. Çünkü her formasında, Horon ‘un teri; her golünde, haksızlığa atılmış bir tokat vardır.
Ve bu şehirde bir şey unutulmaz:
Trabzon’un ruhu satılık değildir!

YENİ GELMEDİM GERİ GELDİM

Yeni sezon yeni başlangıçlar ve tekrar karşınızdayım.
Yeni sezonun ilk maçında Gaziantep evinde Galatasaray’ı konuk ediyor. Oyun ve futbol açısından berbat bir ilk yarıydı. Gaziantep sezona hazır değildi futbolcular sürekli pas hataları yaptı. İlk penaltı bence çok basitti. Ve Barış-Eren işbirliği ile Eren Elmalı skoru 2-0’a taşıdı. Sane kaleciyle karşı karşıya kaçırdı. İlk yarı sonuna tam 11 dakika ilave edildi. İlk yarı bitmek üzerdeydi Barış yerde kaldı hakem penaltı kararı verdi. Barış Alper topu ağlara gönderdi. Ve ilk yarı bitti. İkinci yarıda Gaziantep kırmızı kart gördükten sonra dağıldı. Ve oyunun kontrolünü Galatasaray tamamen eline aldı. Galatasaray fırsatlar buldu ama değerlendiremediler. Tabii bu arada ev sahibinin de atakları oldu ancak olumlu sonuç çıkmadı. Ve son düdük çaldı. Son şampiyon Galatasaray lige güzel bir başlangıç yaptı. Gelelim Trabzonspor-Kocaelispor maçını konuşalım. Şimdi ilk yarı biz daha iyi oynadık mesela Zubkov kaleciyle karşı karşıya vurması gerekirken Nwaekame pas veriyor üstelik Nwakaeme bir futbolcunun markajı altındaydı. Nwakaeme de onu auta vurdu. Kocaelispor da geldikleri ataklarda elleri boş döndüler. Ve ilk yarı bitiyor. İlk yarının başında sayılacak bir anda Onuachu’nun kafa golüyle 1-0 öne geçtik. Maçın sonlarına doğru Kocaelispor bastırdı ama olumlu bir sonuç çıkmadı.

Efe Kaan Öztürk-24

Bence Fatih hoca Batista Mendy’yi oyuna alması lazımdı daha çok defansif odaklı hamleler yapması gerekiyordu. Tabii ki hakem hataları da oldu. Trabzonspor 3 puanı zorla aldı. Kocaelispor güzel oynuyor bizi çok zorladılar. Top çevirmemizi engelliyorlar pres yapıyorlar ama biz de pas hataları yaptık. Onuachu transferi çok iyiydi bu sene inşallah çok güzel işler yapacak. Kazeem müthiş oynadı onu da çok beğendim o da iyi bir transfer olmuş. Ama 8 numaramız yok. 8 numara transfer etmemiz lazım. Buradan en başta saygı değer başkanımız olmaz üzere tüm yönetime sesleniyorum, lütfen 8 numara transferimiz olsun. Yoksa bütün sezon bunu konuşuyor olacağız. Trabzonsporuma yeni sezonda başarılar diliyorum. İnşallah keyifli bir futbol izletir bize. EFE KAAN ÖZTÜRK

AYRILMAZ İKİLİ

Trabzon hakemliğinin simge isimleri, yıllara meydan okuyan dostlukları ve futbola olan bağlılıklarıyla örnek olmaya devam ediyor. Futbolun sadece bir oyun olmadığını hepimiz biliyoruz. Onu anlamlı kılan, sahadaki mücadele kadar, o mücadelenin arka planında duran karakterlerdir. Trabzon’un hakem camiası da yıllardır bu karakterlerden ikisini büyük bir sevgi ve saygıyla anıyor: Şerafettin Köstereli ve Hasan Kölemen.
Onlar, yalnızca düdük çalan birer hakem değil; aynı zamanda dostluğun, sadakatin ve meslek ahlakının yaşayan temsilcileri oldular. Yıllarca omuz omuza görev yaptılar, birlikte nice müsabakaya imza attılar. Ancak onları farklı kılan, sadece sahada gösterdikleri performans değil, saha dışında da hiç bozulmayan dostlukları ve duruşlarıydı.
Hakemlik kariyerlerini onurla tamamladıktan sonra, futbola olan sevgilerini bir kenara bırakmadılar. Şimdi gözlemci olarak, genç hakemlerin yanında, sahaların kenarında tecrübelerini aktarmaya devam ediyorlar. Bugün Trabzon’da hakemliğe adım atan her genç, bu iki ismi tanır ve örnek alır.

Ayrilmaz İki̇li̇

Şerafettin Köstereli ve Hasan Kölemen, yıllar geçse de futbola olan tutkularını kaybetmeyen, dostluğu meslekle harmanlayarak ilerleyen iki güzel insan… Onların hikâyesi, yalnızca bir hakemlik hikâyesi değil; aynı zamanda sporun birleştirici gücüne, insan ilişkilerine ve vefaya dair sessiz ama derin bir anlatı.

KÜPELİ BİR HAYAT HİKÂYESİ

Bazı insanlar hayata bir adım geriden başlar… Ama öyle bir yürürler ki, herkesi geride bırakırlar. Murat Şahin işte tam da böyle biri. Bugün Medist Grup’un kurucusu. Medikal sağlık hizmetlerinden paslanmaz hastane donanımlarına, tekstilden anahtar teslim hastane kurulumlarına kadar 70’in üzerinde çalışanı olan büyük bir yapının kaptanı.
Ama o başarı hikâyesi, bir ofiste başlamadı. 19 yıl önce cebinde ne para vardı ne torpil… Sadece rahmetli annesinin ona emanet ettiği bir çift altın küpeyle geldi İstanbul’a. Borç içindeydi. Sırtında yük, yüreğinde umut vardı.
Yıllarca Trabzonspor’da masörlük yaptı. Ter döktü, emek verdi. Sonra medikal tekstil işine adım attı. Ama durmadı… 2025 yılıyla birlikte hedefini büyüttü. İhracata yöneldi. Bugün Romanya, Almanya, Makedonya, Bulgaristan ve Belarus gibi ülkelere ürün gönderiyor.
Ve ilginçtir… Ne banka kredisi kullandı, ne çek defteri çevirdi.
O hep başka bir yoldan yürüdü.

Murat Şahi̇n

Daha zor, daha dikenli… ama kendi yolu.
Bugün Türkiye Sağlık Bakanlığı ve 81 ildeki hastanelerle çalışıyor. Aynı zamanda yurt dışındaki özel firmalara da ürün tedarik ediyor. Karyoladan paslanmaz çeliğe, hastane içi donanımdan komple yapım işine kadar birçok kalemde imzası var.
Ama en büyük imzası, kimseye eyvallah etmeden yazdığı kendi hikâyesi…
Kapı kapı dolaşmadı, kimseye boyun eğmedi. Kendi kapısını kendi açtı.
Belki de hayat bazen sadece küpeyle başlar… Ama inançla, azimle, alın teriyle bir ömre sığmaz başarılar doğar. Murat Şahin, “Ben kendi hikâyemi kendim yazmak istedim” diyor. Ne güzel demiş…
Çünkü bazı hikâyeleri sadece kalem değil, yürek yazar.