“ Ardından “ kelimesinden ve miş’li, mış’lı cümlelerimden oldum olası nefret etsem de  “ hayat”  denilen şu kısa yolculuk ne yazık ki böyle sevimsiz cümleler kurdurabiliyor bizlere. Aslında bu gün tatilimin son durağı Singapur gözlemlerimi gazeteme gönderecektim. Fakat bir değişiklik yaparak önceliğimi bu hafta içi kaybettiğimiz değerli oyuncumuz, hemşerimiz ve “ yıldızım “ Tanju Gürsu’ya vermek geldi içimden.
Bilgisayarımda onunla çekilmiş olduğumuz fotoğrafları buldum önce. Daha dün gibi objektiflere gülümsediğimiz fotoğraflardan onun eksildiğini görmek beni fazlasıyla üzdü aslına bakarsanız. Zaten bu aralar her yanımızı kavramış olan  “ ölümün kollarına ” birini daha vermek, canımı acıtsa da, “ iyi ki tanımışım “ tesellisiyle kendimi avutuyorum.  Kendisini beş yıl önce ailece çıktığımız Kıbrıs tatilimiz sırasında tanımıştım. Otelde akşam yemeği yediğimiz sırada kuytuda bir masada tek başına yemek yiyordu. Sevgili eşimin “ Bak Tanju Gürsu “ uyarısıyla, dikkatimi ona doğru yönelttiğimi hatırlıyorum. Trabzonlu olduğunu bildiğimizden daha bir sevindirik olmuştuk. Sonuçta hemşerimizdi.  Yemeğini bitirip kahvesini içmeye başladığı sırada, izin isteyerek yanına yaklaşıp kendimizi tanıttık. Bizi görünce o kadar mutlu oldu ki, hemen masasına oturtarak kahve ikram etti. Akşam 20.00 gibi başlayan sohbetimiz gece yarısına dek sürdü.

Ertesi gün ikindide buluştuk onunla. Kopkoyu bir sohbetle ve neşeyle çayımızı, kahvemizi içtik. Akşam yemeğini birlikte yemek için sözleştiğimizde aklımda sohbet boyunca bana verdiği “ altın değerinde “ tavsiyeleriyle odama çıktığımı ve bir an önce akşam yemeğinde olabilmeyi sabırsızlıkla beklediğimi hatırlıyorum.

Öncelikle çok doğaldı. Ne kendisini ne de bizi kasıyordu. Karşımda ki insanda aradığım en büyük özellik olan samimiyet ve içtenlik kendisinde fazlasıyla var olduğundan her şeyi ona sorabiliyordum.

Yeşilçam efsanesini, kadın erkek ilişkilerini, orada yaşanan sıkıntıları, dönen dolapları… Her şeyi ama her şeyi anlatıyordu. “ Hazine bulmuş gibiyim “ dediğimde çok gülmüştü bana. “ Dikkat et, birkaç seneye kadar fosile dönebilirim. “ sözüne de biz çok gülmüştük. Bir gece ilham perim gelip onların yanından yazmak için izin istediğimde, bana verdiği öğütleri hala kulaklarımda yankılanır. İlk romanımı yazmaktaydım o sıralar. Öğrendiğinde “Roman yazan bir hemşerim! Hem de kadın. “ diyerek nasıl da keyiflenmişti.“ Sakın pes etme! Çok zordur buralar! Başarılıyı asla hazmedemez, kendilerinde olmayanı kıskanırlar. Kimseyi umursama, kendi doğrun olduğuna inandığın yolda yürümeye devam et. Ama söz ver ilk imzalı romanı bana vereceksin “ Diyerek beni motive etmişti.

Sözleri ilaç gibi gelmişti bana. O gece ondan aldığım feyizle sabaha kadar durmaksızın yazdım. İkindide buluştuğumuzda, romanı konuştuk. “ Filmi güzel olur kız… Hatta ben bile oynayabilirim, nasılsa romanda ki kahramanda çapkın… Gerçi ben çapkınlığı bırakalı çok oldu. Dayımın kızıyla evliyim “ diyerek şu an adını yazmayacağım oyuncuyla olan aşkını anlatmıştı. Eşini çok sevdiğini, fakat o sıra biraz kavgalı olduklarını, bu kavgaların evliliğin tuzu biberi olduğunu örneklemeleriyle bir yandan da sohbete tatlı esprilerini katarak anılarını paylaşmıştı bizimle. O sıralar lise de olan Melisa’ya mutlaka eğitimin tamamlamasını fakat çok beklemeden evlenmesini tavsiye etmişti. Yaş ilerlediğinde karar vermesi güçleşiyormuş.

Bu arada her sohbetimizin ucu, mutlaka eski yöneticisi olduğu Trabzonspor’a gelip dayanıyordu. Takımda yaşananlar, takım oyuncularının ruhsuzluğu, idari kadroların beceriksizliği ve insanların takım üzerinden rant sağlama hırsları, yapılan yanlışlar… Bütün bunların Trabzonspor’u bitirdiğine inanıyordu. Takımın iyileştirilmesine ait kendi fikirlerimi söyleyince “ Kız girsene Trabzonspor’un yönetimine! Ne duruyorsun daha? “ Demişti.

Ben ona verdiğim sözü tuttum. İlk romanımı ona imzalayarak verdim. Sonra ki gelişmelerimi kâh telefonda konuşarak, kâh karşılıklı yemek yiyerek onunla paylaştım. Sonra TAKA Gazetesinde ki maceram başladı. “ İlk röportajımı sizinle yapmak istiyorum “ dediğimde beni büyük bir olgunlukla karşıladı. Ve ilk heyecanıma ortak olarak o güzel röportajı yaptık. Siz yazıya dökülenleri okursunuz ama o röportajlar “ sakın bunu yazma! “ denilen sırlarla doludur. Az önce saatler boyu süren röportajdaki ses kaydını dinledim rahmetlinin.
Daha çok kısa süre önce sesini duyduğunuz, sevdiğiniz, değer verdiğiniz birine “ rahmetli “ demek…
Sanki rüyaymış da uyanacağım ve her şey kaldığı yerden devam edecekmiş gibi gelse de… Değil!
Yüzlerce filmde oynayan, birçok ödül sahibi olan, Trabzon’a ve şehrin takımına tutkuyla bağlı, eşini ve çocuklarını çok fazla seven, sinema ve sanat aşığı, nadir bir yıldız daha kaydı gitti…
O benim yıldızımdı…
Güle güle sevgili Tanju Gürsu…
Güle güle bıyığın yakıştığı nadir adam… Yerin cennet olsun, kabrin nurla dolsun.