3 gündür uyumamışmış bizim patron efendi!
Sıkma tatlı canını, malum havalar da düzeldi… Yarın atlarsın bilmem kaç metrelik yatına, ortasına Jakuzi kondurulmuş “ Yaşam odası tertipli” lüks kamaranın, cillop gibi cilalı yatağına yatar mışıl mışıl uyursun
3 gündür uyumamışmış bizim patron efendi!
Sıkma tatlı canını, malum havalar da düzeldi… Yarın atlarsın bilmem kaç metrelik yatına, ortasına Jakuzi kondurulmuş “ Yaşam odası tertipli” lüks kamaranın, cillop gibi cilalı yatağına yatar mışıl mışıl uyursun paşam!
Sen hiç sıkma canını Alp Gürkan…
Pek tabi 100 bin dolarınıza kıyamadığınız için satın almadığınız “Yaşam odalarını”, sattığınız ve değeri 6- 7 milyon dolar olan akıllı evlerinizle kıyaslamaya hakkım yok! Servetinize servet katmak için, üç kuruş liraya çalıştırdığınız işçileriniz toprağın altında sonsuzluk uykusuna dalarken, sizin hala uykuyu düşünmüş olmanızda enteresan! Hadi yattınız diyelim, ya o vicdanınız? Babasının gömüldüğü gün doğan küçük bebeğin çığlıklarını da mı duymazsınız?
Şurada bir çukur kazsam anında gözaltına alınacağım sistemde, tam 301 canın ölümünden sorumlu olan maden işletmecisi beyefendinin elini kolunu sallayarak gezmesinin mantığını anlayabilmiş değilim! Acaba bu yaşananlarda hiç mi sorumluluğu yok zat-ı muhteremin?
Afganistan, Pakistan ile aynı konumdaymış gibi duruma düştüğümüz bu elim katliamla, Dünya’nın 17. ekonomisi olma yolunda ilerleyen ülkemin çelişkisini de anlayabilmiş değilim? Hem Dünya ekonomisiyle yarış, hem de işçilerin pisi pisine can versin! Olacak iş değil!
Ama oldu…
Daha yasımızı tutamadan birbirimize yaptığımız nefret dolu saldırıları büyük bir endişeyle izliyorum günlerdir.
Hele o Mevlana tarzı söylemler yok mu?
“ İşçi “ diye selam verilmeyen, yüzüne bakılmayan bu canlara, sözüm ona merhamet ve acıma duygusuyla ajitasyon dolu yapılan paylaşımlar! İşçilerin varlığını ilk defa farkına varan kolunda servet değerinde çanta taşıyan, gözünde marka gözlüklerle başında baretli, yüzü gözü kömür tozu olmuş işçilere bakan burjuvalar…
O kömür tozuna bulanmış işçi, bir restoranda yanınıza gelse masanıza bile oturtmazsınız be!
Siz kimi kandırıyorsunuz? Hanginiz lüks otellerde yaptığınız düğünlerinize mahallenizin temizlik işçisini davet ettiniz? Şimdi tutmuş, “ Ey işçiler! Siz bizim canımız ciğerimizsiniz “ gibisinden yalan yere ağlaşıp duruyorsunuz!
İşçinin canını hiçe sayan ve bu yüzden alınmayan önlemler, “ Evet, benim ihmalkârlığım yüzümden oldu” diyemeyen sorumsuzlar!
Giden canlar… Bir daha geri gelmeyecek evlatlar, babalar, kocalar, sevdalılar…
Bu ülkede hep ölünce mi kıymetlenecek insanlar? Yaşarken neden değerleri bilinmez acaba?
Yine aynı bölünmüşlüğün birbirine ettiği ahlar, beddualar, suçlamalar, hakaretler, tekmeler, küfürler havalarda uçuşuyor.
Elden ele uzatılan onlarca tabutun yarattığı yürek yangınının gözyaşıyla ıslanacağı yerde, Toma’ların sıktığı suyla ıslanan yüzler, sözüm ona kömür tozu bulanmış ayakların hakkını aramak için ortalığı birbirine katan marka ayakkabılı ayaklar ve Başbakandan nefret edenlerin, “ Sırf o gitsin de ülke umurumuzda değil “ kafasıyla yapmış oldukları yanlışlıklara, aynı yanlış hareketle cevap veren bir danışman… Öfke, galeyan, yurt dışında Başbakanın ve ülkemizin imajını zedelemeye yönelik “ sanki savaş çıkmış” gibi lanse edilerek servise sunulan taraflı yayınlar…
Ölümüze bile saygımız kalmamışken, dirimize nasıl saygı bekleyebiliriz? Nefret dolu kalplerimizden dolayı sağduyumuzu koruyarak, yas tutmayı başaramadık ne yazık ki.
İşte bu yüzden, bir kez daha kaygılanıyorum…
Bu gidişat hayra alamet değil. Bunlar iyi günlerimiz.
Umarım yanılırım ama bizi daha kötü günler bekliyor.
Umarım yanılırım…