1942 Niğde-Bor doğumlu, gazeteci, yazar ağabeyimiz Yavuz Donat… “Bor”dan söz edince, halk arasında adeta bir derb-i mesel haline gelen, “Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye” sözünün ne demek olduğunu Hatırlatmadan başlamak olmaz.

Niğde’nin Bor ilçesindeki pazarlarda malların ucuz olması ve erkenden tükenmesinden dolayı geç kalana söylenen sözdür. Çünkü Bor’da Pazar Salı, Niğde’de ise Perşembe günü kurulurdu. Sonradan iş işten geçti anlamına gelen atasözü olarak kullanılır hale gelmiştir.

*

Biz dönelim 1963 de Ulus Gazetesinde başladığı köşe yazarlığını daha sonra sırasıyla Akşam, Tercüman, Meydan ve Milliyet’te icra eden, şimdide Sabah’ta sürdüren Yavuz Donat’a.

Anadolu Ajansı’nda 1980’de başladığım muhabirlikten bugüne kadar kendisine refakat etmemize, haşır neşir olmamıza, ağabeyliğinden yararlanmamıza müsaade eden, özellikle Türk siyasetinin son 62 yılına bir fiil yaşayarak, sağa sola rampa olmadan, kamu adına tanıklık eyleyip satırlara kendi üslubu ile döken Yavuz Donat’a…

*

Yaşanılan, yaşadığımız o kadar çoklar var ki!

Bugün yakın zaman diliminden olanı paylaşalım. Sanırım 13 yıl öncesinde idi.

Hiç ara vermediği Trabzon gelişlerinden birinde valiyi ziyaretinden çıktıktan sonra, “Trabzonspor’a gidebilir miyiz?” diye sordu.

“Olur” dedim.

Sonra boynumdaki bordo-mavi kravata bakıp; “Trabzonspor’a giderken

bunun ile olmalı” deyince, çıkarıp verdim.

Tabii bu durumda O’da bana kendininkini verdi.

Ama Yavuz Abi’ninki hatırı sayılır maddi değeri de olan Versace marka idi. Bizimkisinin tek özelliği ise bordo-mavi oluşu…

Son gelişinde, hediye ettiği kravatla karşılayıp, anıları tazeledik.

Hasan Al’dan TRABZONSPOR Futbolda Anadolu Devrimi

Kıyı Yayınları’ndan, Hasan Al’ın kaleminin yanı sıra, derleme-toparlamasıyla yeni çıkan 282 sayfalık eseri, Turan Bahadır, son kapakta 2 satır ile şöyle tarif ediyor:

“Bu kitap bir karşı koyuşu, bir direnişi, destansı bir varoluşu ve kahramanlarını anlatıyor. Sporcusu, yöneticisi, malzemecisiyle, köylüsü, kentlisi tüm gönülden sevenleriyle…”

Klasik müziğin dünyaca ünlü bestecilerinden Çaykovski’nin 1886’da geldiği ve “Rüya Diyarı” olarak tanımladığı Trabzon’u, Dünyaca ünlü markası Trabzonspor’u, Kazım Koyuncu’nun şu sözlerini ilk sıraya alarak hatırlatmaya çalışıyor Hasan Al:

“Trabzonspor’u tutmak, sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahraman ki statükoyu bile devirmişti.”

Sadece başarılarıyla değil, her yönüyle, doğrusuyla eğrisiyle, çoğu zamanda ayrıntıları ile sıkılmadan okunabilecek, ders alınabilecek bir Trabzonspor kitabı daha…

FINDIKKIRAN…

Adeta, her sayıda değil, nerede ise her gün, fındıktan söz etmek 40 yıldır alışkanlık haline geldi.

“Alışkanlıklar paslı çivilere benzer söküp atmak zordur” denildiğine göre…

Üstüne üstlük bir de “Birine 40 gün aynı şeyleri söyletirseler!” olacağı budur…

Hele hele, bir de sürekli “Fındıkta Oyun”dan dem vuranlar da var ise… Gel de yolu Trabzon’dan da geçen Rus Besteci Çaykovski’nin 1891’de bestelediği FINDIKKIRAN BALESİ’ni hatırlama bakayım.

Dahası hatırlatma bakayım!

Sanatçı bugünleri görse idi, bale de kullanacağı çok oyuncu bulurdu!

Çünkü fındıkta pot kıran ve de sürekli oyundan dem vuran o kadar etkili ve yetkili var ki!

İYİ YAŞAMAYI ÇOBANDAN DİNLEYİN...

Bu yazı şimdi aramızda olmayan meslektaşlarım Ahmet Kayacık ve Turgut Özdemir ile yaşadığım ve 40 yıldır da dile getirmekten vazgeçemediğim bir tekrardır.

Hem de onlarca kez yazılmış, yüzlerce kez söylenmiştir.

*

Yanı vardığımız Zigana’nın yamaçlarındaki çobana “İyi yaşamak nedir?” diye sorduğumda, “Niye soruyorsun” der gibi güneşten ve soğuktan, gökteki yağmur taşıyan bulutlar gibi kararmaya yüz tutmuş yüzünü, önce bana çevirdi; sonra da önündeki koyun sürüsünü işaret ederek:

Aha, bu koyunlar doydu. Karabaşta onları koruyor. Sırtımda kepeneğim beni sıcak tutuyor. Bugün yeteri kadar kaval da çaldım. Eve gittiğimde Ayşe’nin yemekleriyle de karnımı doyurdum mu? Ardından bir de demli bir çay. Bundan daha iyisi var mı?” dedi ve durdu. ”Daha ne bekliyorsun ?” diye sormadan edemedi.

Ben daha çok şeyler anlatarak, iyi yaşamayı tarife devam etmesini bekliyordum!

“Hadi eyvallah” diyerek sisli yamaçlara doğru yöneldiğinde, 2300 rakımda, “Ne kadar az şeye bağlanırsan, o kadar iyi yaşarsın”ın nasıl olabileceğini anlamıştık. Ama bizim için artık çok geçti.

Çobanın “iyi yaşamak” adına yaptığı tarifin, “Okyanustan zevk almak istiyorsan, onun küçük damlacıklardan oluştuğunu unutmayın” ikazının basitçe ifadesinden başka bir şey değildi.

DÜNDEN BUGÜNE

Para mabut, Banka Mabet...

Allah'ın "hakiki kul" diye tarif ettiklerinden birisi kulağıma; "Dünyada namuslu adamı satın alacak zenginlik yoktur" diye fısıldadı.

Ama yaşarken gördüklerim; Abdülhak Hamit'in, "Para mabut, banka mabet olmuş" dediği gibi olunca gel de "Bu nasıl bir toplum?" sorusuna cevap aramaktan yorulma, strese boğulma bakayım!

25 Ekim 2013

KISSADAN HİSSE

Hoca Nasreddin, eşeğine binerek Konya’dan yola çıkmış.

Arkadaşları; “Hoca, nereye gidiyorsun?” diye sorunca cevap vermiş:

-“Filistin’e gidiyorum.”

-Hayrola Hoca! Filistin’de ne işin var?

-“Sözle cihat edip, amel ile ricat eden Müslümanlardan olmamak için! Gidiyorum!”