Çocuk, içinde doğduğu kültürün bir üyesi olarak dünyaya gelir. Dünyaya gözlerini açan çocuk, içinde doğduğu toplumun kültürünü öğrenmeye başlayarak, insan olma sürecine girer. “Aile” denilen en küçük toplumda bu süreçle tanışan çocuk, daha sonra “okul” denilen toplumsal bir kurumda bu serüvenini devam ettirir. Daha sonra da toplumun çeşitli katmanlarında bu “kültürlenme” sürecinin devam ettirerek “kişi” olur. İlk defa ailedeki bireylerle tanışan yeni doğan çocuk, kişi olmayı büyük oranda bu toplumdan öğrenir. Çocuk dünyaya gözlerini açtığı ailede şiddetle tanışırsa, bu şiddet, çocuğun kimliğinin ve kişiliğinin temel taşını oluşturur. Aileden sonra devreye okul girer. Ancak okul devreye girdikten sonra da ailenin etkisi devam eder. Yeni doğmuş çocuğun cinsiyeti önemli değildir. Ne var ki, içinde yaşanılan kültürel ortamlar(aile, okul, vb.), çocuğun cinsiyeti ile ilgili anlayışlar geliştirmesine yardımcı olur. Türk kültürünün aile, okul ve toplumun diğer kesimlerine yansımaları da kişinin cinsiyete ilişkin tutum ve davranışlarını biçimlendirmeye katkı sağlar. Şiddetin cinsiyete indirgenmesi, bu kültürel alt yapının bir sonucu olarak karşımıza çıkar. İşte bazı atasözlerimiz:
*Kızma kızına, vur dizine
*Oğlunu dövmeyen kesesini döver, kızını dövmeyen dizini döver
*Yılanın başı küçükken ezilir
*Evladını dövmeyen, sonra kendi dövünür
Bu atasözleri şiddetin normal olduğunun işaretlerini vermektedir. Bu da toplumda şiddetin işe yarayabileceğine(!) ilişkin inancın yaygınlaşmasına katkı yapmaktadır.
Şiddetin cinsiyetle ilişkili olmadığını biliyoruz. Şiddet, güçle ilgilidir. Erkeğin fiziksel olarak güçlü olması, daha çok kadının şiddete maruz kalması sonucunu doğurmaktadır. Yoksa sınıfta öğretmen güç sahibidir, onun için öğretmen eğitim için çocukları dövme hakkına sahiptir(!) Şiddet, kültürümüzde, daha çok bir terbiye aracı olarak kabul görmekte ve gerektiğinde uygulanmasında bir sakınca görülmemesi gerektiğine ilişkin bir inanç yaşatılmaktadır. Geleneksel aile değerlerinin değişmesi, ailenin reisi olan erkeği tahtından etmiş, kadın da reisliğe ortak olmak için kendini ortaya koymaya çalışmaktadır. Burada bir güç çatışması olduğu söylenebilir. Bu durum toplumun diğer alanlarında da söz konusudur. Sınıfta da öğrenci dün olduğu gibi öğretmeni bir otorite olarak görmüyor; ben de insanım ve güçlüyüm diye düşünüyor ve öğretmene bu anlayışla bakıyor. Öğretmen de okul müdürüne eskiden bakıldığı gibi bakmıyor.
Şiddet, insani bir durum değildir. “Karınca ezmekten” korkan, çekinen Türk insanı, ne oldu da insanı hiç gözünü kırpmadan öldürebiliyor? Bu kritik sorunun tartışılıp bir sonuca ulaştırılması gerekir. Aksi halde, her gün basına yansıyan kadın ölümleri ile meşgul olmaya devam edeceğiz demektir. (Bu arada geçen hafta, bir kadının kocasını öldürdü haberi basına yansımıştı). Doğduğu zaman bunların hiçbirinden habersiz olan çocuk, ne oluyor da insan öldürmeyi normal(!) bir davranış olarak değerlendirecek düzeye gelebiliyor?
“Kadına şiddet” önemli bir problem, ama öncelikle “şiddet” üzerinde kafa yormamız gerekiyor. Kadına şiddete lanet olsun. Ama şiddeti kullanan herkese daha çok lanet olsun demek galiba daha doğrudur…
Şiddeti önlemenin tek bir çaresi vardır: Eğitim… Eğitimli insanların da şiddete bulaştıklarını söylüyorsanız, o zaman şunu söyleyebiliriz: Demek ki eğitim sistemimiz “iyi insan” yetiştirmede işlevini yerine getirememektedir. Yine sorun eğitim sorunu…
Çok Okunanlar

Galatasaray, Kendi Tuzağına Düştü: Barış Alper Krizi Alevlendi

Fındık Fiyatları Güncellendi! Karadeniz’de İl İl Fiyat Tablosu Açıklandı

Trabzonspor, Arsenal’in Yıldızı Lokonga ile Anlaştı

Trabzonspor’da Samsunspor Hazırlıkları Başladı, O da Sahalara Döndü

Trabzonspor’dan Sürpriz Transfer Hamlesi: Tiago Palacios Gündemde!

Trabzonspor’da Yabancı Krizi Derinleşiyor: Visca Alacaklarının Tamamını İstiyor