Eğitim enstitüsünde öğrenciyken kendime şöyle bir vizyon belirlediğimi hiç unutmam: Ben bu okulu bitirip bir Türkçe öğretmeni olacağım ve ülkemin herhangi bir kasabasında geleceğin büyükleri olan gençlere Mehmet Akif’i ve Safahat’ı tanıtıp onları bu ülkenin iyi insanları olarak yetiştireceğim. Bu vizyon hayatımda benim “davam” olarak çok önemli bir yer kaplayacaktı. Nitekim öyle de oldu. O dönemde bizim neslin, en solundan en sağına kadar, bir davası vardı. Herkesin derdi, “Ne olacak bu ülkenin hali?” idi. Eğitim enstitüsü Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olduğu için atayabileceği kadar öğretmen adayı alıyor ve mezun olan herkesi öğretmen olarak görevlendiriyordu. Bu durum biz öğretmen adaylarını rahatlatıyordu; atanamama endişemiz yoktu. Nitekim mezun olur olmaz öğretmen olduk.

Eğitim enstitüsünde öğretmenlik mesleğinin ruhunu tanıyıp öğrendiğimizi söyleyebilirim. Ancak eğitim enstitüsünde öğrendiklerimizle alanda gördüklerimiz çoğu kez örtüşmüyordu. Mesela “ezberci eğitime hayır” sloganı ile öğretmenliğe yaklaştık ama ezberci eğitimden hiç kurtulamadık; bugün üniversitede bile bu durum aynen devam ediyor!.. Okulda öğrendiğimiz teorik bilgilerle gerçek okulda var olan durumlar genellikle farklıydı. Bu durum o gün bizi korkutuyordu. Öğretmenlerin ne kadar çok bilgisi olursa o kadar iyi olduğu inancı hâkimdi o gün. Oysa bugün bilginin mahiyeti değişti. Bugün bilgi artık öğretmenin tekelinde değildir; öğretmenle öğrencinin bilgiye olan mesafesi aynı kabul edilmektedir. Geçmişte bilgiyi tekelinde tutan öğretmen, günümüzde bilginin tek sahibi olmamayı sindirmekte zorlanıyor. Bilginin mahiyeti değişti. Eskiden malumat çok kıymetli idi ama şimdi, bu malumattan kullanabileceğimiz bilgiyi seçip içselleştirerek bilgi sahibi olmak gerektiği için öğretmenin işi daha bir zorlaştı.

Bilgi çağının öğretmeni, bilginin çok kıymetli olduğunun daha çok farkında olmalıdır. Bu farkındalık yetmez. Çünkü bilginin mahiyeti de değişti. Eskiden bütün bilgilerin kaynağı olan öğretmen, bugün herkes kadar bilgiye yakındır. Öğretmenin değeri, sahip olduğu bilgi yükünden gelmiyor sahip olduğu malumatın ne kadar bilgi olduğunun farkında olmasından kaynaklanmaktadır.

Öğretmen, bilginin sahibi olduğu için değil, rol model(numune-i imtisal) olduğu için kıymetlidir. Rol model olmak, gelecek nesillerin nasıl olması gerektiğine ilişkin numune olmak anlamına gelir. Rol model olan öğretmen öğrencilere bilgi vermeden önce karakter kazandırır. Karakter eğitiminin öne çıkmadığı okulun toplumun dönüştürücüsü olma rolünü oynaması mümkün değildir.

Öğretmen olma yolunda öğrenci iken öğretmenlerimiz bize bilgi aktarmakla meşgul iken, aynı zamanda öğretmenliğin ruhu ile ilgili bir eğitim de vermeye çalışıyorlardı. Bir bakıma bilişsel, duyuşsal ve psikomotor öğrenmeleri bir arada harmanlamaya çalışıyorlardı. Günümüzde daha çok bilişsel öğrenmelerin ön plana çıkması, öğretmenliğin kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.

Eğitim enstitüsünde okurken kendime belirlediğim vizyonu bizim yetiştirdiğimiz öğretmen adaylarında bulmak maalesef çok zordur. Günümüz öğretmen adayları, en kısa yoldan öğretmen olmanın ve para kazanmanın peşindedirler. Oysa öğretmenlik mesleği, öyle insanları tatmin edecek bir para kazanmanın yolu hiçbir zaman olmadı, şimdiden sonra da olmayacak. Burada en önemli tatmin unsurunun idealizm olduğunu maalesef unuttuk. O nedenle öğretmenlerimiz tatmin olamıyor; çünkü idealizmleri yoktur. Bütün “izm” lerin canı cehenneme ama “idealizm” özellikle öğretmenlik mesleği için olmazsa olmazdır