Şuraya bakın Müslüman'ın Azrail’i bir başka Müslüman.
Adı Hasan ama caninin lakabı Azrail.

*
Çünkü kendi mezhebinden olmayan bir başka Müslüman'ı acımasızca kesip parçalara ayırmış ve Azrail unvanını kapmış.
Ve bu alçak, güya bir meziyetmiş gibi o vasfıyla gurur duyuyor…
*
Aklım havsalam almıyor.
İslam, “Müslüman Müslüman'ın kardeşidir” derken,
Bu kin,
Bu nefret,
Nasıl birikti böyle?
*
 “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir”
Emrini veren dinin mensupları bunca günahlardan sonra hangi yüzle biz de Müslüman'ız diyebiliyorlar?
Ve de kendilerini İslam’ın silahşorları görebiliyorlar.
*
Kaldı ki Yüce Allah İslam Peygamberine,
“Sen onların inanmamasından mesul değilsin” derken,
Kul olmaktan başka bir vasfı olmayan bir Müslüman'ın(!)
Bu yaptıkları rezil bir günahtan ve cinayetten başka ne olabilir?
*
Ey yüce Rabbim!
İslam dininin Ahlak, 
Sevgi,
Merhamet,
Hoşgörü  dini olduğu hususunu bilmeyi bu zalimlere de nasip eyle.
*
Evet,
İslam dini Müslüman'a sabırlı olmayı emreder.
Ama hiç de sabırlı değiliz.
En küçük bir tartışmayı çatışmaya dönüştürüyoruz.
*
İslam dini, kulun kula zülüm etmesini yasaklar.
Lakin zulmün en katlanılmaz olanını yapıyoruz.
*
İslam dini, selamlaşmayı emreder.
Ancak aynı asansörde bile birbirimizin yüzünü görmemek için adeta şaşırıyor, 
Cep telefonuyla meşgul oluyoruz.
*
İslam dini, çalışmayı emrediyor ve çalmayı şiddetle yasaklıyor, 
Oysa malı hamutuyla götürüyor,
Kısa yoldan köşeyi dönmenin yollarını arıyoruz.
*
İslam dini, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi emrederken;
İnsanlara,
Hayvanlara,
Hatta doğaya karşı “Allah can verdi” demiyor ciğerini söküyoruz.
*
İslam dini, gıybet büyük günahlardandır ve cezası cehennemdir derken,
Gıybetsiz günümüz, hatta saatimiz bile olmuyor.
Hatta iftiralar atıyor,
İnsanları birbirleriyle takıştırıyor,
Bozgunculuk çıkartıyoruz.
*
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan cennete giremez" hadisine karşın, 
Kibirden,
Kendini herkesten üstün,
Garibanları hakir görmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
*
Evet, bu hususlarda acilen bir özeleştiri yapmalıyız.
Kendimizi derhal sorguya çekelim.
Yoksa, cennetin kapısından girmek X Ray cihazından geçmeye benzemez.


EYVAH EYVAH!


Yine bir Rus Uçağı düştü.
Düştü ve içinde bir uçak dolusu sanatçı öldü.
üzülmemek elde değil.
Diğer taraftan ilişkilerimiz sürekli provoke ediliyor.
Putin yine bizden şüphelenmese bari.

MUSA GÜNGÖR

Güreş Hocamdı.
Özellikle yaşı benimkine yakın olan Trabzonluların ekseriyeti onu tanırdı.
Çünkü farklıydı.
Turuncuya yakın bir pardösüsü vardı.
Yaz/kış değil ama üç mevsim onu giyerdi...
 
Herkes ona "Merhaba Musa Hoca!" demeye bayılır,
Hatta reddedileceğini bildiği, halde onunla toka yapmaya kalkardı.
Lakin o "kalpten kalbe" der tokalaşmazdı.
*
Ama oldu ya, boşta bulundu tokalaştı,
Yada karşısındaki aniden elini sıktığında derhal ellerini yıkardı.
*
Musa Hoca kimseye çay parası verdirtmez, cebinde mutlaka metal para bulunurdu.
*
Kendisiyle ilk sohbetimiz Atatürk Alanı’nda oldu.
15 yaşlarındaydım.
Halını hatırını sordum.
"Benden güreşçi olur mu?" dedim.
Ellerimi tuttu.
Sıkıca tokalaştık.
*
Olur, senden iyi bir güreşçi olur.
Yarın eşofman ve spor ayakkabılarınla 19 Mayıs Spor Salonu’na akşam saat 18'de gel dedi.
*
İşte öylece başladık.
*
Ta ilk günden bana sporculardan kimlerin iyi güreşçi olduğunu,
kimlerin "ahlaksız" olduğunu anlatıyor, beni evladı gibi seviyordu.
*
Tokalaşmaktan imtina eden bir hoca öğrencisiyle minderde çalışır mıydı?
Tabi ki hayır.
Ama biz onu da başarmıştık.
Zaman zaman benimle tempo çalışıyor,
Tek kol,
Kafakol ve kle gibi oyunları öğretiyor olsa da,
Salto, suples, çırpma... Gibi efor gerektiren oyunları tarif ediyordu.
*
Uzaktan öğretime usta güreşçiler kızdıkları için ona biraz tavırlıydılar...
Ama biz daha çok yeniydik.
*
Aradan bir yıl geçmiş, onun sayesinde iyiden iyiye güreşçi olmuştuk
Trabzon'da okullar arası güreş şampiyonasında birinci olmuştum.
Ardından Trabzon'un en iyileri olarak takım halinde Erzurum'a gitmiştik.
Kadromuzda,
Hasan Kahveci,
Mehmet Atar.
Hasan Kalaycı,
Cemal Binler gibi pek çok değerli dost vardı.
*
O turnuvada Trabzon Takım halinde üçüncü olsak da ben ancak 4’üncü olabilmiş, başarısızlığımı Musa Hocanın taktik hatasına bağlamıştım.
*
Bu nedenle olacak ki ben de artık ona karşı asi sporculardandım.
Ama o yine de beni Tokyo'da yapılacak Güreş şampiyonası için Sakarya'daki seçmelere getirmek istiyordu.
Kalktı bir hafta sonu bize, evimize gelmişti.
Babama diller döktü.
Ama babam onca yakarışa "olmaz" demişti.
"Okuyor, dersleri aksar" demişti.
*
İşte o noktadan sonra bana verdiği onca emeğin boşa gittiğini görünce,
babama da bana da saydıra saydıra evimizden ayrılmıştı.
*
Sanırım Tokatlıydı.
Duydum ki vefat etmiş.
Kendisinde hakkım varsa helal ediyor, Allahtan rahmet diliyorum.

SURİYE'DEN BİR AYRINTI

Evet,
Yüzünden kanlar akan bir kadın gözlerime bakıyor.
"Hiç utanıyor musun?
Az da olsa rahatsız oluyor musun?" der gibi.
"Der gibi ama hiç ağlamıyor ve de yalvarmıyor...
*
Yarılmış kaşından akan taze kanları umursamıyor bile...
"Öleceksek ölelim" bakışları yüreklerimi yarıyor...
*
Sağır,
Kör ve
Dilsiz dünyadan umudunu kesmişçesine,
Bile bile ölüme gidercesine
"Alın başınıza çalın bu dünyayı" dercesine
Kale almıyor benim hüzünlerimi...

RAİF KORKMAZ VE KARİKATÜR

Sanırım 2000 yılıydı.
Trabzon'da yapılan bir kamuoyu araştırmasında halkın tercihi sonucu  "Son 10 yılın en iyi karikatüristi" ödülünü almaya hak kazanmıştım.
Yapılan ödül töreninde bana ödülümü verecek olan İlimizin o zamanki Müftüsü de Raif Korkmaz Hocamız idi.
Sahneye beraber çıktık ve beni tebrik ederek ödülü verdiler.
Ben de bir mizahçı olarak kendisine orada takıldım.
"Hocam" dedim;
"Şimdi siz bana bu törende karikatür dalında ödül veriyorsunuz.
Demek ki karikatür çizmek günah değildir.
Demek ki sözde din mevzu edilerek karikatüre karşı çıkanlar büyük hata yapıyorlar.
Zira ben Müftü Beyden takdir aldım".
Sevgili Raif Hocamız da,
"İslam sanata karşı değildir.
İslam'ı sanat düşmanı göstermek yanlıştır" demişti.
*
Önceki gün hayata veda eden ve dün defnedilen değerli Hocamıza rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.

UNESCO

Son yıllarda bir Atatürk antipatisi yaratılmaya çalışılmaktadır.
Zaman zaman heykelleri devrilmekte,
Yüzü gözü boyatılmakta.
Güya putlar yıkılmaktadır...
*
Allah "heykel yapmayın" demiyor,
"Heykele tapmayın" diyor.
*
Diğer taraftan açıkça anlaşılıyor ki,
Konu asla heykel değildir.
Mevzu onu itibarsızlaştırmaktır.
Yok alkolikti ve sirozdan öldü.
Yok dinsizdi.
Yok aslen Türk değildir.
Gibi karalamaya yönelik ;
Edepsiz ve lüzumsuz saldırılara uğramaktadır.
*
Oysa her taraf ateş çemberiyken,
Bu cennet yurdumuzda onun kurduğu cumhuriyet sayesinde kardeş kardeş yaşadık ve de bu günlere geldik.
*
Bakın biz kendi değerlerimizi aşağılarken ;
UNESCO Atatürk için ne diyor?
"Uluslararası anlayış,
İş birliği ve varış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi;
Olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci.
Sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder.
İnsan haklarına saygılı;
Dünya barışının öncüsü;
Bütün yaşamı boyunca insanlar arasında;
Renk,
Din,
Irk ayrımı gözetmeyen;
Eşsiz bir devlet adamı;
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu."
İşte UNESCO Atatürk'ü böyle anlatıyor.
*
Atatürksüz bir Türkiye bölünmüş, parçalanmış,
Toz duman olmuş demektir.
Hatırlatırım...

FIKRA

Cennette iki kadın karşılaşır:
- Selam, benim adım Wanda.
- Selam, benimkide Slyvia, sen nasıl öldün? 
- Donarak öldüm. 
- Ne kadar korkunç.
- Yok o kadar kötü değildi, soğuktan titremem geçince ısınmaya başladım ve uyku bastı, sonunda huzur dolu bir ölüm. 
- Peki sen nasıl öldün?
- Ağır bir kalp krizi geçirdim. Kocamın beni aldattığını sandım, onu evde yakalamak için eve erken geldim, fakat evde tek başına televizyon seyreder halde buldum.
- Sonra ne oldu?
- Kesinlikle evde başka bir kadının olduğundan emindim, bütün evi aramaya başladım. Çatıyı, yatakların altını ama her yeri aradım fakat bulamadım. Ama aşırı yorulmuştum, kalp krizi geçirdim ve öldüm. 
- Keşke derin dondurucuya baksaydın, şu anda ikimiz de yaşıyor olacaktık.